İster muktedir olsun ister muhalif, tüm politikacıların yalan söylemesine dünya halkları da alışıktır, biz de epeyce idmanlıyız.
Türkiye’nin yazgısını çeyrek yüzyıldır karartan siyasal zihinlerin “Bizden önce buzdolabı yoktu. Camileri ahır yaptılar. İbadet etmek için gizlenirdik. Zaten traktörü de biz getirdik” vb. gibi fantastik boyutlardaki yalanlarına önce çok şaşırdık. Artık bu yalanların, iktidarın özenle cahil kalmasını sağladığı kendi seçmen kitlesine yönelik algı operasyonu olduğunu biliyoruz.
Ancak bir yalan türü var ki böylesi Türkiye tarihinde ilk kez görülüyor: Bizzat kendi yaptıklarını, kamuoyuna muhalefet yapıyormuş gibi anlatmak!
Hitler’in kriminal yamağı Joseph Goebbels’e papucunu ters giydiren bu yalancılık biçiminin de yine cahil seçmen kitlesine yönelik bir algı operasyonu olduğunu, elbette anladık.
Ama bazı yalancılar namazında niyazında, hatta İslami cumhuriyet kurmayı amaçlayan Müslüman muktedirler olarak karşımıza çıkınca; işin rengi değişiyor. Ve açık açık, art arda, hatta durmadan işledikleri yalan günahı, salt algı operatörlüğünü değil, bir patalojiyi de işaret ediyor.
PATALOJİK YALAN MI?
Sistematik yalancılığın, bilimsel bir adı var: Mitomani. Yalan söylemeden iletişim kuramayan kişilere “mitomanyak” deniyor. Çok da yakışıyor.
Peki kendi yaptığından başkasını sorumlu tutmanın, bizzat işlediği suçla başkasını itham etmenin; yani “iftira yoluyla algı operatörlüğü”nün psikoloji biliminde bir yeri, patalojik bir tanımı var mı?
Aradım, buldum, varmış: “Narsist yansıtma”.
Halk arasında “kendini beğenmişlik” diye betimlenen narsizm, hastanın özgüven patlaması yaşadığı bir pataloji.
İlk kez Sigmund Freud’un tanımladığı yansıtma (projeksiyon) ise hastanın işlediği suç, yaptığı hatanın sorumluluğundan kurtulmak için suçu başkasının işlediğini, hatayı başkasının yaptığını varsayması ve inanması.
Narsizm, zaten eleştiriye bile tahammülü olmayan, suç ve hatayı asla kabullenmeyen bir kişilik bozukluğu. Narsist kişilik, yansıtma patalojisiyle kuşanınca karşımıza kendi suçunu rakibi işlemiş, hatasını rakibi yapmış gibi öfkeyle anlatan, üstelik kendi de uydurduğuna inanan bazı hastalar çıkıyor işte!
YOKSA PSİKOLOJİK SAVAŞ MI?
Buraya kadar yazdıklarım, bu bazı muktedirler eğer ahaliyi aldatıp halkı aptal yerine koyan yalanlar ya da “narsist yansıtma”larla yetinse doğru olabilirdi.
Ama yalancılığa paralel olarak yargıyı, kolluk gücünü, sansür otoritesini kullanarak muhalefeti “öğütme” çalışmaları; aklıma 1990’larda incelediğim siyasal bir “psikolojik yansıtma” programını getirdi: Counter İntelligence Program.
COINTELPRO diye anılan program, FBI’ı yöneten Edgar Hoover’ın 1956 ile 1971 yılları arasında ABD’deki muhalif siyasal örgütlerin itibarını sarsmak, taciz ve tasfiye etmek için yürürlüğe koyduğu gizli bir plandı.
Planın psikolojik savaş taktikleri: sahte belgeler üreterek yargıyı ve medyayı yanlış yönlendirmek, muhalif kişi ve grupları karalamak, taciz, haksız hapis ve hedef alınanları suikast dahil olmak üzere yasadışı şiddetle bile elemekti. Zaten programı başlatan izin belgesi, FBI ajanlarına etkisiz hale getiremedikleri muhalif örgüt liderlerini “ortadan kaldırmayı” yani öldürmeyi emrediyordu!
TAKTİKLER YÜRÜYOR, OPERASYON SÜRÜYOR
FBI ve Amerikan hükümetinin uzun yıllar varlığını reddettiği, “komplo teorisi” diye tanımladığı COINTELPRO; FBI binalarına sızan bir grup aktivist operasyon dosyalarını çalıp Senato’daki Church Komisyonu’na teslim ettiğinde açığa çıktı.
Church Senato Araştırma Komisyonu, 1975 ile 1976 yılları arasında COINTELPRO operasyonlarını kamuoyu ile paylaştı, programı yasadışı ilan etti, FBI’a yaptırımlar uyguladı ve yeni kurallar koydu.
Tüm psikolojik savaş taktikleri günümüzde de kullanılan COINTELPRO’nun yüzlerce kurbanından ikisini nasıl “etkisiz hale” getirdiğini, bir sonraki yazımda okuyabilirsiniz.
Epeyce tanıdık gelecek.