Savaşmayı önce istemeyip hatta ordudan kaçmak için çevirmedikleri dümen kalmayan Mikronezya ve Yutania delikanlıları, gönülsüz aldıkları askeri eğitimden sonra birbirlerini gırtlaklamaya can atıyordu.
Bekledikleri savaş bir türlü ilan edilemeyince, sıkıntı atmak için yaptıkları korsan saldırılar topyekûn olmasa da kısmi bir savaşa dönüşmüştü. Başka bir deyişle beklenen savaş beklenen yerde, yani her iki ada sahillerine çıkarma yöntemiyle başlamış sayılırdı.
Yutan ordusu, German akıl hocaları sayesinde kıyılarını çoktan amfibik çıkarmalara hazırlamış ve zaten düşman adadan gelen cilveli taburu da bu sayede geri püskürtmüştü. Neyse ki Mikronezya da yine cilveli taburun hezimeti sayesinde “Er Azam’ı Kurtarmak” adı verilen operasyonu başlatmış, tahkim ettiği kıyılarına asker yığmış, zorunlu olarak denizden gelecek düşman saldırısına artık hazırdı.
Madem bir sizden, bir bizden taktiği izleniyordu, Yutanların cilveli taburu geri püskürtmekle yetinmeyip “Öyle değil böyle çıkarma yapılır” diye karşılık verecekleri açıktı.
Nitekim öyle oldu. Bir gece yarısı, iki amfibik gemi dolusu Yutan askeri yoğun ateşle desteklenen gösterişli bir çıkarma yaptı, Mikronezya kıyılarına. Müthiş bir çatışma başladı. Karşılıklı kurşun yağmurunda göz gözü görmüyordu.
Bir er, düşman ateşi altında koşa koşa çatışmayı dürbünle izleyen Mikron komutanın yanına geldi. Selam çaktı, ancak “Komu...” derken bir kurşun yiyip yere yığıldı.
Bir süre sonra ikinci bir er, vızıldayan kurşunlar arasında yine koşa koşa geldi ama daha selam çakarken vurulup yere yığıldı. Aradan biraz zaman geçti, üçüncü bir er yağan kurşunlar arasında zikzaklar çizerek komutanın yanına varmayı başardı.
Soluk soluğa selam çaktı ve acı haberi verdi:
“Komutanım hiç mermimiz kalmadı!” Komutan yıkılmıştı. “Bir tane bile mi” diye sordu.
Er boynunu büktü: “Bir tane bile!”
Komutan başını eğdi: “Öyleyse ateşi kesin!”