Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
‘Limuzin liberalleri’nin sonu
“Evlenerek güç kazanmak ve berbat bir kocayla geçinmenin yolunu bulmak, kadınların zaten yüzyıllardır yaptığı bir şey”, dolayısı ile Hillary Clinton’ın başarısı kadınlar için bir ilerleme değil, gerileme sayılır demişti bir kadın yazar. (Emily Hill, Spectator, 11 Haziran 2016)
Sadece o değil, Clinton’ın kadın bir başkan adayı olmasının başlı başına siyasi başarı sayanlara ateş püskürüyordu, kendini ilerici, feminist diye niteleyen pek çok kadın ve özellikle Sanders’in genç kadın destekçileri. Diğer taraftan, sol kesimde “Limuzin Liberal”lerine karşı ciddi bir isyan vardı. Bu tabir, ilk kez 1969’da New York Belediye seçimleri esnasında kullanılmıştı ama Steve Fraser’in yeni kitabının başlığı olarak tekrar dolaşıma çıktı. (“The Limousine Liberal: How an Incendiary Image United the Right and Fractured America”) Sol eleştirmenler için mesele Hillary Clinton değil, Demokrat Parti’nin, Amerikan liberallerinin, en başta kocası Bill Clinton döneminden itibaren sağa kayması idi (Thomas Frank, Listen Liberal: Or What Happened to the Party of People). Demokrat Parti adaylarından Sanders’in, siyasi çıkışı bu nedenle büyük ilgi gördü ve adaylık yarışını kaybetmesine rağmen ciddi bir iz bıraktı. Hillary Clinton’ın yenilgisi sadece Demokrat Parti’nin yenilgisi değil, mevcut haliyle partinin çözülüşünü hızlandıracak, tıpkı Tony Blair’in “üçüncü yol” siyasetinin iflasının İngiliz İşçi Parti’sini onarılmaz biçimde yıprattığı gibi. Liberal sol siyaset, yerleşik düzen eleştirisinden, yerleşik düzen mamulüne dönüştüğü ölçüde tüm zeminini yitirdi.
Trump’a gelince; o küresel bir isyanın sağ ve sol merkez siyaseti ve hatta genel olarak siyaseti savurduğu noktanın ABD’deki simgesi oldu. Maalesef o isyan yerleşik düzene karşı ama daha beterine özlem duyan sağ bir tepkiden başka bir şey değil. O isyan, maalesef daha barışçı ve özgürlükçü bir dünya özlemi şeklinde değil, ucuz popülizme kapılmak ve evrensel özgürlükçü değerlere karşı kuşkuculuk şeklinde ifade buluyor. Zira, evrensel özgürlükçü değerler, eşitlik vurgusunu yitirdiği ölçüde sıradan ekonomik liberalizmden farksız hale geldi; sol siyaseti kimlik siyasetlerine indirgendiği ölçüde, iddiasının tersine işleyip azınlık ve dezavantajlı gruplara karşı tepkiyi büyüttü, kitlelerin dilini küçümsediği ölçüde seçkinciliğe savruldu. Clinton- Trump hikâyesi, bu anlamda hiç şaşırtıcı değil. Bundan sonra olacaklar şaşırtıcı olacak mı bilemiyorum ama müspet yönde olmayacağı açık. Mesele sonuca şaşırmak değil, başından şaşkınlığa kapılmamak idi, dünyanın her yerinde sol, ilerici, liberal, demokratik siyaset savunucuları yollarını bu kadar şaşırmasaydılar, tüm dünya onların şaşkınlığının bedelini ödemek zorunda kalmayacaktı.
Dış siyasete gelince, Hillary Clinton’ın çizgisi hiç de derde deva olacak cinsten değildi. İran ile anlaşma konusunda gönülsüz, Rusya ile gerilimi tırmandırma ve Suriye’ye daha fazla müdahale heveslisiydi. Zaten, “sol liberal müdahalecilik” siyasetinin neo-con dış siyasetinden hiç de uzak olmadığını Blair-Bush ittifakıyla görmüştük. Yetmedi, Clinton’ın başını çektiği Libya’ya askeri müdahale siyasetinin sonuçlarını biz gördük, kendisi de koltuğunu kaybetti ama yeniden durum değerlendirmesi yapmak yerine sadece koltuğun peşine, üstelik daha yüksek bir koltuğun peşine düştü. Bakmayın, “Trump öcüsü”ne karşı Obama çiftinin Clinton kampanyasına gönüllü yazıldığına, Libya sonrası, dış politika konusunda ayrılıkları Suriye siyaseti etrafında ayyuka çıkmıştı. Trump’ın dış siyasette klasik Amerikan içe kapanmacılığa geri döneceği fazlasıyla sığ bir iddia, dünya eski kapanmacılık dönemlerinin dünyası değil, dahası ABD zaten Obama’nın son döneminde aktif müdahalecilikten uzaklaşan bir yola girmişti.
Trump’ın başkanlığının Türkiye’ye muhtemel etkisi mi? Bakın onu hiç bilemeyeceğim. Son zamanlarda pıtrak gibi açan ve dünyayı avuçlarının içi gibi bildiği edasıyla konuşan yeniyetme strateji uzmanları, bu konuları “daha iyi bilirler”. Çoğu, belli ki Trump politikalarının Türkiye’nin önünü açacağı hayali içinde; Trump’ın insan hakları, ifade özgürlüğü diye kafa şişirme niyetinde olmaması onlar açısından iç ferahlatıcı olabilir. Ama bölgesel siyaset dengesinde, Kudüs’ü İsrail’in ebedi başkenti yapmaktan bahseden, Rusya’nın Kırım’daki iddialarını meşru görme sinyali veren, Sisi’ye övgüler dizen bir başkan ile, mevcut iktidar yapısı nereye kadar yürüyebilir, '62en de merak ediyorum.
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Asgari ücret artarsa verimlilik artar
- Yankı Bağcıoğlu'ndan Suriye uyarısı:
- CHP'li Günaydın'dan Bakan Tekin'e tepki!
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
En Çok Okunan Haberler
- Colani'den İsrail hakkında ilk açıklama
- Emekliye iyi haber yok!
- Eski futbolcu yeni cumhurbaşkanı oldu
- Fidan'dan 'Suriye Kürtleri' ve 'İsrail' açıklaması
- MHP'den 'asgari ücret' önerisi
- Adnan Kale'nin ölümüne ilişkin peş peşe açıklamalar!
- İngiliz gazetesinden Esad iddiası
- 'Kayyuma değil, halka bütçe'
- Arda Güler'in 2 asisti Madrid'e yetmedi
- Devrim Muhafızları'ndan Suriye çıkışı