
Edward Munch’ın “Çığlık” tablosu.
Görselliğin sözü ele geçirdiği bir çağda yaşıyoruz. O yüzden bu satırları okuyanların tamamının, kim tarafından yapıldığını veya ismini bilmese de Edward Munch’un “Çığlık” isimli tablosunu hayatında en az bir kez gördüğüne eminim. Söz konusu tablonun ilk isminin “Doğanın Çığlığı” olması bir yana, öncü bir sanat eseri olarak nitelendirilmesinin altında aslında duymamıza imkan olmayan bir çığlığı iliklerimize kadar hissettirmesi yatıyor. Bugün ise tam tersi bir dünya ile karşı karşıyayız: Etrafımızdan o kadar çok çığlık yükseliyor ki ben/liğimizi-cilliğimizi koruyabilmek için sözü duymazdan geliyoruz. Görsellik hep galebe çalıyor. Söze maruz kalmaktansa görüntüyü seçiyor, hatta bazen görüntü içinde olmayı daha çok tercih ediyoruz.
Kişi olarak bu durumdan ben de müstesna değilim. Çığlık, 20 yıldan fazla bir süredir tanıdığım bir arkadaşımdan gelmeseydi tahminen ben de duymayacaktım. İBB İmar ve Daire Başkanı Ramazan (Gülten), 30 Nisan 2025 tarihinden beri tutuklu; hakkındaki ithamı, kendisinin ve avukatlarının savunmalarını çeşitli internet sayfalarında okumuşsunuzdur. Ben ise bu sözü, tutuklu olan arkadaşımın hukuki bir hakkını kaybetmemesi ve bu konuda ilgililerin bir şey yapması için kullanmak istiyorum. Ramazan, Sulh Ceza Mahkemesi tarafından tutuklandığında, Eşi Pınar altı aylık hamileydi; eşinin yaşadığı gebelik de tıbben “riskli gebelik” olarak adlandırılıyordu. Bu, annenin, fetüsün veya yenidoğanın yaşamını ve sağlığını tehlikeye sokan, hastalık ve ölüm oranını arttıran, fizyolojik ve psikososyal bir durum şeklinde tarif ediliyor. Haliyle Ramazan eşinin yanında olmak ve çocuğunu dünyaya geldiğinde görebilmek için hukuki bir mücadele başlattı: Avukatları aracılığıyla soruşturmayı yürüten Cumhuriyet Savcısı’na, kendisi de Marmara Kapalı İnfaz Kurumu’na, ardından Adalet Bakanlığı’na mazeret izni almak için başvuruda bulundu; bu aşamada soruşturmayı yürüten Cumhuriyet Savcısı “Mevzuat gereği tale[bi] red”ederken İnfaz Kurumu da “Yönetmelikte mazeret izni yazabilecek durumlar arasında doğum yoktur” gerekçesine dayandı.
Evet, Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun “Tutukluların Yükümlülükleri(?)” yan başlıklı 116. maddesinin üçüncü fıkrasında “…, eş, kardeş, … birinin yaşamsal tehlike oluşturacak önemli ve ağır hastalık hâllerinin bulunduğunun sağlık kurulu raporu ile belgelendirilmesi durumunda tutukluya, soruşturmanın veya kovuşturmanın selameti ve güvenlik bakımından sakınca oluşturmaması koşuluyla … izin verilebilir.” denmektedir. Madde neredeyse kelimesi kelimesine aynı şekilde, hükümlülerle alakalı olmak üzere Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Yönetmeliğin 114. maddesinin üçüncü fıkrasının b) bendinde; Hükümlü ve Tutuklulara Yakınlarının Ölümü veya Hastalığı Nedeniyle Verilebilecek Mazeret İzinlerine Dair Yönetmeliğin 6. maddesinin ikinci fıkrasında da tutuklulara özgülenmiş bir biçimde tekrar edilmiştir. Mevzuatı bu şekilde ayrıntılı aktarmamın sebebi, her iki makamın da hukuki tartışmayı riskli gebeliğin “önemli ve ağır hastalık” tanımına girip girmediğine irca ettiğini göstermek içindir. Savcı ve İnfaz Kurumu İdarecileri “riskli gebelik”in kendisi bir patoloji olmadığı için, istenmeyen muhtemel neticelere gözlerini kapamış gözükmektedirler ya da daha kötüsü ihtimallerden birisinin tecessüm etmesini beklemektedirler. Ancak kanunların lafızları dışında bir de ruhları vardır.
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin Avrupa Cezaevi Kurallarına Dair Üye Devletlere Rec(2006)2-rev Sayılı Tavsiye Kararının 1 “Dış Dünya ile Temas” başlıklı 24. maddesi, yukarıda bahsedilen mevzuatımızdaki hükümlerin ilham kaynaklarından biri olup bu maddenin yedinci fıkrası “Eğer koşullar elveriyorsa, bir mahpusun yalnız başına veya görevli eşliğinde hasta bir yakınını görmesine, bir cenaze törenine katılmasına veya diğer insanî sebeplerle cezaevinden çıkmasına izin verilmelidir.” şeklindedir. Tadil edilmiş şerhinde ise “İnfaz Kurumu İdareleri 24. maddenin yedinci fıkrasında öngörüldüğü üzere bütün hükümlü ve tutuklulara insanî sebeplerle izin vermeyi özellikle göz önünde bulundurmalıdır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, hiçbir kaçma şüphesi bulunmayan bir tutuklunun, yakınının cenaze törenine katılmak için cezaevinden çıkmasına izin verilmesi gerektiği belirtmiştir (Bakınız Ploski v. Polonya, başvuru no: 26761/95, 12.11.2002). Ailevi sebepler (örneğin bir çocuğun doğumu), bir mahpusun hapishaneden çıkmasını gerekçelendiren insanî bir sebeptir." 2 denmektedir. Yaptığımız araştırmaya göre bugüne kadar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önüne hak ihlali konusu olarak böyle bir vaka gelmemesine rağmen 3, tavsiye kararı ve şerhine, ayrıca ailenin korunması ve özel hayatın gizliliği açılarından daha önce verilen cenazelerle ilgili kararlara bakılınca, Strasbourg Hakimlerinin bir insanın ölümüyle (yaşamın sonu) bir çocuğun doğumunu (yaşamın başlangıcı) aynı şekilde değerlendireceğine çok şüphe duymamak iktiza eder. Bu açıdan mevzuatın yetersizliği gerekçesi, bu özel ve aile hayatına saygı hakkına yönelik müdahalenin demokratik toplum düzenin gereklerine uygunluğu pek ileri sürülemeyecektir. Keza, infaz kurumundaki personel azlığı da böyle bir durumu açıklamak için kâfi değildir. Nitekim mahpus yakınlarının vefatı sebebiyle taziye taleplerinin reddi konusunda Anayasa Mahkemesinin de bir içtihat oluşturduğunu hatırlatmak yerinde olacaktır. 4
Yasakoyucunun Avrupa’da kabul gören ölçütlere göre mazeret izinleri konusunda aşırı bir sınır getirmiş olduğu bir üst paragrafta verilen bilgilerle böylece açığa çıkmış durumdadır. Ancak ele alınan vakada ortada “riskli gebelik” durumunun bulunuyor olması, çocuk dünyaya geldikten sonra da yenidoğanın babasıyla hemen ilk temasının sağlanması gerekliliği kanun hükmünün geniş olarak yorumlanmasına iznin vermektedir. Unutulmaması gereken nokta, temel hak ve özgürlük ihlallerinin önüne geçilmesinin Strasbourg Mahkemesinden önce ulusal makamların hukuki sorumluluğunda olduğudur. İdari ve yargı makamlarının böyle açık bir hak ihlalinin önüne geçebilmek için hâlâ vakitleri ve hukuki imkânları vardır.
Son sözü umut söyler. Bu satırlar tamamlandığında Maya dünyadaki ilk saatlerini yaşıyordu. Umarım ailesiyle sağlıklı, uzun bir ömrü olur. Umarım söz duyulur!
- Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin Avrupa Cezaevi Kurallarına Dair Üye Devletlere Rec(2006)2-rev Sayılı Tavsiye Kararı, (çevrim içi) https://rm.coe.int/cm-revision-of-epr-01072020-tr/1680a09978 (26.07.2025)
- Commentaire revisé relatif à la recommandation CM/REC(2006)2 du comité des ministres aux États Membres sur les règles penitentiaires européennes, (çevrim içi) https://rm.coe.int/commentaire-revise-relatif-a-la-recommandation-2066-2-sur-les-regles-p/16808ae504, 26.07.2025. (Çeviri yazar tarafından yapıldı).
- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin önümüzdeki konuyla birçok açıdan farklılığı olsa da, bence en yakın kararı Alexandru Enache v. Romanya davasıdır (IV. Daire, Başvuru:16986/12, 3.10.2017). Alexandru Enache Bükreş’teki ilk derece mahkemesi tarafından mahkum edildiğinde, daha bir haftasını doldurmamış bir çocuk babasıydı. Çocuğu altı buçuk aylıkken Bükreş İstinaf Mahkemesi, ilk derece mahkemesinin kararını onadı ve Enache cezaevine girdi. Enache gördüğü kötü muamele haricinde, Rumen hukuk mevzuatına göre bir yaşını doldurmamış çocuk sahibi annelerinin işledikleri suçlar nedeniyle aldıkları cezaların infazını erteletebileceklerine dair hüküm dolayısıyla ayrımclığa uğradığını iddia etti. Mahkeme bu iddiayı, kadın mahkumların cezasının ertelenmesinin doğrudan gerçekleşmediği, yerel mahkemelerin bu yöndeki talepleri ayrıntılı olarak inceledikten sonra bu durumu haklı çıkaracak bir unsur bulunmadığında aksi yönde karar alabildiğini, Romanya mevzuatının ceza ertelenmesi için başka imkanlar da sağladığını kaydederek reddetti. Mahkeme hükmünü verirken ayrıca Rumen Hükümetinin doğumdan sonraki ilk bir yıldaki çocuk ile anne arasındaki özel bağ argümanını dikkate almış, anneliğin korunması için özel tedbirler alınması bu açıdan ölçülü olduğunu düşünmüştür. Ancak söz konusu kararın beşe karşı iki oyla alındığının, Hakim Pinto de Albuquerque ve Bošnjak’in müşterek muhalefet şerhlerinin de çocuğun üstün yararına ve çocukların bir yaşına kadar sadece anne ile kurdukları değil, babalarıyla da kurdukları bağın da önemine dikkat çektiğinin belirtilmesi gerekir. Bunu şöyle de okuyabiliriz: Birkaç yıl sonra çocuğun üstün yararı ilkesi bağlamında, mahpus annelere tanınan haklara benzer haklar belki mahpus babalara da tanınabilir.
- Bunlardan bir kısmı için bk. Anayasa Mahkemesi, Ömer Tekin Başvurusu, Başvuru No: 2021/18518, 14.05.2025; Bila Karakurt ve Abdurrahim Metin Başvurusu, 2020/26165, 17.9.2024; Mehmet Balaban Başvurusu, Başvuru No:2020/7697, 20.06.2023; Ahmet Kolakan Başvurusu, 2020/12197, 16.03.2023.