“Erken Cumhuriyet dönemi”nde (1923-1938) savunma sanayisindeki gelişmeler Türkiye’yi; başta uçak olmak üzere harp silah araç gereçlerinde dış satım yapan bir ülke konumuna getirmişti. 1950 sonrasında ABD’nin dayatmasıyla oluşan yeni anlayış bu gelişmeyi engelledi ve yok etti. Ancak 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’nda ABD ve Batı dünyasının uyguladığı silah ambargosu, Türkiye’nin yeniden karşı adımlar atmasının yolunu açtı. Ve sonunda Türkiye bugün, savunma sanayinde dünyada ilk ona girmenin eşiğine ulaştı.
HAVA SAHASINDAKİ GELİŞME
Hava sahası alanında yakın dönemde farklı iki gelişme yaşandı. Bunların ilkinde; Karadeniz’in Sinop semalarında Türk Hava Kuvvetleri uçakları eşliğindeki Türk yapımı bir insansız savaş uçağı; 65 km menzilli “görüş ötesi hava-hava füzesi” ile kilometrelerce uzaktan jet motorlu bir hedef uçağını vurdu. Her konum ve unvandaki Türk insanının işbirliği ve emeğiyle ortaya konan “radar-füze-insansız savaş uçağı” üçlüsünün bu gurur verici başarısı; ulusal savunma sanayinin tasarımda ve üretimde ulaştığı noktayı gözler önüne serdi. Askerî havacılıkta yeni ufuklar açmaya aday bu gelişme; yeni taktikler için adeta bir zemin oluşturdu. Bu konuda çok şeyin değişebileceği bir dönemin habercisi oldu. Dış dünyada büyük ilgi gördü. Bölgedeki Türkiye karşıtı bazı ülkelerde ise endişe yarattı.
DENİZ SULARINDAKİ GELİŞME
Öznesinde Türkiye olmasa da aynı konuda farklı bir diğer gelişme ise yine Karadeniz’de yaşandı. Rusya-Ukrayna savaşında muharebe sahası durumuna gelen sularda üç ticaret gemisi; benzerleri Türk savunma sanayisinin tasarım ve üretim programları içinde yer alan insansız deniz araçlarının saldırısıyla vurularak hasar aldı ve denizcilik terimiyle “hareketten sakıt” kaldı. Yani seyir yeteneğini yitirdi. Çok düşündürücü yanları olan; deniz ve havadaki bu iki gelişme; geleceğin deniz ve hava muharebelerinin muhtemel karakterini de ortaya koydu.
Hedeflerin artık daha kolay, daha süratli, daha isabetli ve de daha ekonomik yöntemlerle; en önemlisi de asgari personel zayiatı ile etki altına alınabileceğini gözler önüne serdi. Bu arada; Türkiye’nin başat taraf olduğu “Montrö Boğazlar Sözleşmesi”nin bölgesel ve küresel barış için değerini; “Türk Münhasır Ekonomik Bölgesi”ndeki seyir güvenliğinin önemini; Türkiye’nin boğazlar üzerindeki egemenlik haklarını ve yetkilerini bir kez daha anımsattı. Ve de Türkiye’yi çepeçevre kuşatma girişimlerini sürdüren ABD’nin; sözleşmeyi hedef alan ve onu örselemeye çalışan çabalarının sorgulanmasını sağladı.
ŞEKİLLENEN SAVAŞ ORTAMI
Biri programlı diğeri rastlantısal olarak gelişen ama sonuçta insansız araçların etkisini kanıtlayan farklı türdeki her iki olay deneysel sonuçlar doğurdu. Muharebede ateş platformu oluşturabilecek insansız araçların kullanım alanlarının giderek artacağını ortaya koydu. Kuşku yok ki her iki resim; savunma sanayisi teknolojilerinde ve savaş alanının şekillenmesinde etkili olacaktır. Gelişmeler; savaş alanlarının giderek insandan arındırılmış bir yapıya dönüşebileceğini, zamanla insan gücü etkisinin en aza indirgeneceğini, alanda çoğunlukla insansız araçların karşı karşıya geleceğini bir varsayım olarak akla getirmektedir.
Görüldüğü kadarıyla; platform olarak silah ve mühimmat taşıyabilen, hatta üzerine monte edilmiş çok amaçlı gereçleri de kullanabilen, uzaktan sevk ve idare edilebilen ya da programlanarak yönlendirilebilen insansız araçlar bir zaman sonra savaş alanının etkili unsurları durumuna geleceklerdir. Ancak kesin olan şudur ki: Bugüne kadar keşfedilmiş en etkili silah olan insan; bedeniyle olmasa bile beyniyle, savaş alanının hâkimi olmaya devam edecektir. Gelişmeler bu araçların muharebe sahasında personel zayiatını olabildiğince azaltacağını işaret etse de aynı sonucun yerleşim merkezlerindeki siviller için geçerli olamayacağı değerlendirilmektedir.
GELİNEN NOKTA
Tanık olunan bu gelişmeler; konvansiyonel (nükleer olmayan/ klasik) savaşta caydırıcı özellik taşıyan ama tırmanmayı da artıran iki yönlü etkiye açık bir ortamı çağrıştırmaktadır. Kuşku yok ki küresel ve bölgesel güçler bu alanda her gelişmeyi izlemekte ve ulusal çıkarlara erişme yolunda çaba göstermektedirler. Ulusal hedefi, güvenlik ve gönencin(refahın) sağlanması olan Türkiye bu ülkeler arasında ön sıralardadır. Bu yolda; büyük önder Atatürk’ün “Yurtta barış, dünyada barış” ilkesi gereğince yerkürenin birçok yerinde bayrak gösteren Türk Silahlı Kuvvetleri’nin muharebe gücünü bölgedeki ülkeler arasında en üst düzeye ulaştırmıştır.
Türkiye bugün silah temin programlarında ABD başta olmak üzere bazı müttefiklerinin engellemelerine maruz kalsa da ulusal güç itibarıyla her koşulda yakınındaki ya da uzağındaki hiçbir ülkenin tehdidine kulak asmayacak kadar güçlü konumdadır. Eğer onu hedef almayı düşleyen ülkeler varsa onlar; geçmişte her harekâtta başarısını defalarca kanıtlamış “Türk Silahlı Kuvvetleri” ile karşı karşıya gelmelerinin kendileri için bir yarar sağlamayacağını görebilmelidirler!...
Türk ulusu hiç kuşku yok ki Türk devriminin, laik demokratik Atatürk Cumhuriyetinin, ulus birliğinin ve ülke bütünlüğünün belli çevrelerce hedef alındığı bugünkü ortamda; yaşamını güçleştiren sosyal, siyasal ve ekonomik koşullara; her türlü baskıya; hukuk dışı uygulamalara; laiklik karşıtı saldırılara ve demokrasi yoksunluğuna rağmen; ulusal çıkarların korunması yolunda atılan her adımın, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonrada yine ardında durmaya devam edecektir!..
DOĞU SİLAHÇIOĞLU
EMEKLİ TÜMGENERAL