Alınterinin ve kardeşliğin kıyısında üç ses yükselir Anadolu topraklarından; biri Beyazıt Meydanı’ndan Saraçhane’ye yankılanan dizelerle, biri ekmek kavgasındaki Sarı Memet ve İflahsızın Yusuf’un sözleriyle, biri de Karacadağ’dan Çukurova’ya esen dağ rüzgârıyla konuşur; Nâzım Hikmet, Orhan Kemal ve Ahmed Arif…
Haziranın yüreğimizi kavuran sıcağında, üçü de bu dünyadan göçüp gitmiş; Nazım 1963, Orhan Kemal 1970, Ahmed Arif 1991’de… Ortak bir yürekle, halkın diliyle konuşmuş; adaletsizliğe ve zulme karşı halkın öfkesiyle direnmiş, toplumcu edebiyatımızın deniz feneridir onlar.
1960 baharında ülkedeki tüm özgürlükleri kısıtlayan, “tahkikat komisyonu” ile basını ve muhalefeti susturmak isteyen Menderes hükümetine karşı “Hürriyet isteriz” talebiyle sokağa çıkan öğrencilerden Turan Emeksiz’in polis kurşunlarıyla öldürülmesinin ardındandır Nâzım Hikmet’in, “Safları sıklaştırın çocuklar/ Bu kavga faşizme karşı/Bu kavga hürriyet kavgasıdır” demesi.
BU MEMLEKET BİZİM
2025 baharı 1960 baharından farklı mı? Yine adaletsizlik, zulüm var, yine kalemler susturulmak isteniyor. Seçilmiş başkanların yerine kayyum atandığında, halk onuruna sahip çıkıyor. Ve bu sahip çıkışta, Nâzım’ın, “Bu memleket bizim” dizesi yankılanıyor; Saraçhane’de, Maltepe’de, Gündoğdu Meydanı’nda.
Orhan Kemal de kelimelerle yetinmeyip, verdiği her diyalogla sınıfsal çelişkilerin sarsıcı yansımasını sunan bir edebiyat ustası. Eserlerinde sokaktaki insanın yaşam mücadelesini anlatırken, alt izlekte örgütlü kötülüğün ancak örgütlü iyilikle alaşağı edilebileceği gerçeğini de gözler önüne serer. “Grev” adlı öyküde, dokuma fabrikasındaki yoksul işçilerin yavaş yavaş bilinçlenmesini ve bir araya gelerek örgütlenmenin ve direnmenin gücünü keşfetmesini anlatır. İşçiler, sekiz saatlik işgünü için direnişe geçer. Hepsi makinaların başındadır ama çalışmazlar. “Sivil itaatsizlik”tir Sarı Memet ve arkadaşlarının eylemi. Bugün de hakkı yenen, iradesine el konan halk, meydanlarda toplanarak itirazını ortaya koyuyor.
“Şiir sevdadır, kavgadır, zulümdür, özgürlüktür” diyen Ahmed Arif’in dizelerinde ise bir yandan zulmedilen yoksul halkın feryatları yükselirken, öte yandan da umut yeşerir; direncin ve başkaldırının sesi duyulur. Hukuksuzluğa karşı sessiz kalmanın suça ortaklık olduğunu bilir ve bugüne seslenir şair: “…Öyle yıkma kendini/Öyle mahzun, öyle garip… Yürü üstüne üstüne/Tükür yüzüne celladın/ Fırsatçının, fesatçının, hayının / Dayan kitap ile / Dayan iş ile/Tırnak ile diş ile…”
'BİRLEŞİN VE DİRENİN'
Görüldüğü gibi üç önemli edebiyatçımızın kaleminden süzülen sözcükler, bugünün karanlığında, bir çağrı olarak yeniden yankılanıyor. “Birleşin ve direnin” diyorlar, bize.
Demek ki haziran, yalnızca hüznün ve anmanın değil, örgütlenmenin, sokakta olmanın ve boyun eğmemenin de adıdır! 15-16 Haziran 1970’te insan emeğini sömüren sermayeye karşı düzenlenen “Büyük İşçi Yürüyüşü” ve 2013 Haziran’ındaki “Gezi Direnişi” gibi…
Unutmayalım; nasıl ki Nâzım’ın sözcükleri devleşerek “fabrikalarda al kanımızı içenlere” karşı durmuşsa, Orhan Kemal’in, “Bereketli Topraklar Üzerinde” yaşamasına rağmen ezilen işçisi ayağa kalkmışsa, Ahmet Arif’in çığlığı “demir kapı kör pencere”yi aşmışsa bugün de üzerimize karabasan gibi çöken bu karanlık aşılır. Yeter ki “kararmasın sol memenin altındaki cevahir”.