Olaylar Ve Görüşler

"Lozan'ın Bir Öncüsü": Ahmet Selahattin Bey - Vecdi SEVİĞ

28 Ekim 2020 Çarşamba

Mustafa Kemal Atatürk’ün Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” ifadelerinin yer aldığı genelgeyi yayımlayacağı Amasya’ya geldiği 12 Haziran 1919 günü, İstanbul’da yayımlanan Vakit gazetesindeki bir makalede şöyle deniliyordu:

Türkler, nüfus bakımından yoğun bulundukları yerlerde tam bağımsız olmadıkça sükûn ve rahat kurulamayacaktır.”

Bu satırların yazarı Prof. Ahmet Selahattin Bey, Mustafa Kemal’in Samsun’a çıktığı gün İstanbul’da düzenlenen Fatih mitinginde de haykırıyordu:

Mademki dünyada bir Türk milleti vardır, mademki Türk milletinin de yüreğinde bugün gördüğümüz ateşli duygu vardır, bu günümüzü tehdit eden bütün felaketlere karşın geleceğimiz güvenlik altındadır.”

‘KALEM KULLANAN KOMUTAN’

Bir hafta sonra Mustafa Kemal Paşa da Havza’da kendisini ziyarete gelenlere Hep beraber çalışacağız ve memleketi kurtaracağız. Zaten başka türlü hareket imkânı yoktur” mesajını verecekti.

Ahmet Selahattin Bey, Anadolu’nun kurtuluşunu, Cumhuriyetin kuruluşunu göremeden, yüz yıl önce 1920’de, 42 yaşında hayata gözlerini yumdu. Lozan Konferansı’nın tutanaklarını Türkçe olarak hazırlayan Prof. Seha L. Meray’a göre Lozan’ın bir öncüsü”, Mülkiye Mektebi’ni 1900 yılında bitiren döneminin uluslararası hukuk uzmanı, ölümüne kadar Osmanlı İmparatorluğu’na dayatılan güdümlü (manda/mandate) yönetimin kabul edilemeyeceği tezinin ısrarlı savunucusu olarak yazılar yayımladı.

20 Ocak 1920 tarihinde hayata gözlerini yuman Ahmet Selahattin Bey’in 1919 yılında Vakit gazetesinde yer alan yazıları Lozan görüşmeleri sürerken kitap haline getirilerek 1923’te İstanbul’da basıldı, daha sonra 1976 yılında Prof. Meray tarafından günümüz Türkçesi’yle Türk Tarih Kurumu tarafından yayımlandı.

Vakit gazetesi sahibi Mehmet Asım (Us), kitabın birinci baskısında Memleketimizin namusunu silahla değil, fakat kalemle savunan bir komutan” nitelemesini yaptığı Ahmet Selahattin Bey, Prof. Meray için de hak bildiği yolda yalnız da olsa başı dik, tökezlemeden, sözünü esirgemeden, ölümüne dek kişiliğini koruyarak yürümesini becermiş” bir kişiydi.

ÖNGÖRÜLÜ BİLİM İNSANI

Ölümünün yüz yıl sonra anısı birkaç makale içinde sıkışıp kalmış ve günümüzde adı neredeyse unutulmuş olan bu bilim insanı, son Padişah Vahdettin’in 26 Mayıs 1919’da toplantıya çağırdığı Saltanat Şûrası’na katılmış, ardından 31 Mayıs günü Vakit gazetesindeki makalesinde Türkiye’nin geleceğine ilişkin görüşlerini açıklamıştı.

28 Nisan 1960’ta polis tarafından başından yaralanan İstanbul Üniversitesi Rektörü Ord. Prof. Dr. Sıddık Sami Onar, hocası Ahmet Selahattin Bey’in Saltanat Şûrası’nda, padişaha “Artık ‘Şûra-yı Saltanat’ toplamanın zamanı çoktan geçmiştir. Devir, ‘Şûra-yı Millet’ toplama devridir” dediğini aktarmaktadır.

Ahmet Selahattin Bey’in, şûra toplantısı ardından Vakit gazetesinde Himaye ve Vekâlet Cereyanları” başlıklı 31 Mayıs tarihli makalesinde Seha L. Meray’ın günümüz Türkçesine uyarladığı biçimiyle şu görüşler yer alıyordu:

Altı yüzyılı geçen bir zamandan beri dünyanın üç kıtasında şimdikinin beş katı sınıra ve nüfusa eylemli olarak egemen bulunan ve bunları buyruğu altında tutan bir devletin bağımsızlığını, içimizden kim ve ne hakla fedaya ya da yeniden sınırlama ve kısıtlamaya istekli olabilir?”

İLK MANDA KARŞITLARINDAN

Egemenlik hakkının parçalanma kabul etmeyeceği vurgulanan bu yazıda, Bağımsızlık bir bütündür, ya vardır ya yoktur. Yoksa devletin kimliği sora ermiş, ortadan kalkmış demektir” fikrine vurgu yapılıyor ve “Çanakkale’yi savunanlara bu zillet (alçalış) yaraşmaz” deniliyordu.

Ahmet Selahattin Bey, Saltanat Şûrası’nda gündeme getirilen eski dostlar” ve yardım eli” düşüncelerine de karşı çıktığı makalesini şöyle tamamlıyordu:

Türkiye’nin bağımsızlığını yitirmesine varacak herhangi bir mandayı ve koruyuculuğu kendiliğimizden istemek şöyle dursun, bu yolda bir sözleşmeyi zorla bile imza etmektense, savaşanlar arasında hiçbir hukuksal bağ kurmayarak dünyada hazırlandığı sezilen ulusal devrimlerin, sosyal ve ekonomik kavgaların sonunda görünecek tanrısal adaletin ortaya çıkaracaklarını beklemek daha hayırlıdır.”

Kurmay Albay İbrahim Muhittin Bey ve Asiye Hanım’ın oğlu Ahmet Selahattin Bey, 1878 yılında Üsküdar’da doğdu, Mülkiye’den mezun olduktan sonra kamuda görev yaptı. 1905 yılında hakkındaki jurnal nedeniyle gözaltına alındı, münasebetsiz” bulunan kitaplarına el konuldu. Meşrutiyetin ilanından sonra kitaplarına kavuşmak için çaba harcadı, başarılı olamadı.

UYARILARA KULAK ASMADI

İstanbul Hukuk Fakültesi’nde 1908 yılında devletler hukuku dersleri vermeye başladı, 1910’da okul müdürü, bugünkü anılış biçimiyle fakülte dekanı oldu. 1918’de Eğitim Bakanlığı’nda üstlendiği Yükseköğretim Genel Müdürlüğü görevinden üniversite rektörü Salih Zeki Bey’in görüşleri nedeniyle işten uzaklaştırılması üzerine istifa etti.

1920 başında son Osmanlı Meclisi’ne seçildi.

Oğlu yazar Haldun Taner’in anlatımıyla alçakgönüllü, ihtirassız, tokgözlü, çalışkan ve üniversiteyi çok seven genç profesör” doktorunun Yazarsan ölürsün, dinlen” uyarılarına kulak tıkayarak 20 Ocak 1920’de öldüğünde pantolonunun cebinden 75 kuruş, dosyalarının arasından Heyet-i Temsiliye namına Mustafa Kemal” imzalı milletvekilliğini kutlayan telgraf çıkmıştı.

GELECEĞİN IŞIKLI KILAVUZU

Cenaze töreninde mezun olduğu okul adına konuşan öğrencilerinden Haşim Cevdet Efendi, Kara matemli günler içinde geleceğin ışıklı kılavuzlarından birini daha yitirme felaketine tanık, mutsuz evlatlardan biri olarak” üzüntülerini aktardı. Haşim Cevdet (İşcan) Efendi, okuldan mezun olduktan sonra kaymakamlık ve valilik görevlerinde bulunacak, İstanbul Belediye Başkanlığı yapacaktı.

İstanbul Saraçhane’de Haşim İşcan Geçidi’ne açılan sokaklardan birine adı ölümünden kısa bir süre sonra verilmemiş olsa Ahmet Selahattin Bey’i yüz yıl sonra anımsatacak birkaç makale ve bir kitap dışında belirtiye rastlanmayacaktı.

VECDİ SEVİĞ
GAZETECİ/YAZAR



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları