Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Seferberlik Zamanı - Dr. Ferruh DEMİRMEN
Haziran ayı
ortalarında Cumhurbaşkanlığı Yüksek
İstişare Kurulu Toplantısı'nda Ermeni sorununa ilişik bir toplantı yapıldı.
Yaklaşık 5 saat süren toplantıda ne gibi kararlar alındığına dek bir açıklama
olmadı. Bu haberden sonra hükümetin Ermeni sorununda ne gibi bir adımlar
atacağı bilinmiyor; ancak vakit geçirmeden yapılacak çok şey var.
DURUMUN CİDDİYETİ
Ermeni sorununda herşeyden
önce durumun ciddiyetinin altını çizmek gerekir. Hükümetin bu noktada bugüne
değin çok pasif kaldığı ve dolayısıyla asılsız sözde Ermeni soykırımı
suçlamalarının çok büyük bir boyuta ulaştığı bir gerçek. Günümüzde 32 ülke
sözde Ermeni soykırımını şu veya bu şekilde tanıdı; tanımaların büyük çoğunluğu
AKP döneminde oldu. 1960’lardan bu yana yabancı meclis, yönetim, eyalet, şehir kararları
da hesaba katılırsa “soykırım”ı tanıma sayısı dünya çapında yaklaşık 200. ABD’de
49 eyaletin aldığı kararlar bu rakama dahil.
Bu bilanço Türk ulusu ve
Türk geçmişinin haksız olarak yabancı kamuoyu nezdinde çok iğrenç bir suçla lekelendiğine
işaret ediyor. Türk ulusu ve Türklük bir kuşatma altında.
Dahası, “soykırım”ın
tanınması hususundaki “başarısını” daha da ileriye götürmeyi amaçlayan Ermeni
tarafı, ek olarak Sevr Antlaşması çerçevesinde toprak istemlerini dayatmaya
çalışmaktadır.
TAZMİNAT TALEPLERİ
2019 yılı sonlarında ABD Temsilciler
Meclisi ve Senatosu’nda alınan “soykırım” kararları ve onu izleyen gelişmeler
Türkiye için büyük m?li külfet riski taşımaktadır. Kongre’de alınan kararlar
her nekadar Başkan Trump tarafından imzalanmamış ve yasal bir mevzuat doğmadıysa
da, önümüzdeki Kasım ayı seçimlerinden sonra durumun nasıl gelişeceği belirsiz.
Demokrat partinin başkan adayı Joe Biden Kongre kararlarından sonra başkan
olursa “soykırım”ı tanıyacağını açıkça dile getirdi. Böyle bir gelişme Ermeni
lobisini ABD federal mahkemelerinde Türkiye aleyhine bireysel ya da toplu tazminat
davaları açmaya, gerekirse ABD Yüksek Mahkemesi’ne başvurmaya cesaretlendirecektir.
Ancak
zaman aşımı gerekçesi Holokost’da (Yahudi Soykırımı) olduğu gibi soykırım
suçlamalarında geçerli olmayabilir. Bu demek oluyor ki, 1915 olayları ABD
hükümeti tarafından “soykırım” olarak kabul edilirse zaman aşımı gerekçesi
geçersiz olabilir. ABD Yüksek Mahkemesi Mayıs ayında aldığı bir kararla tazminat
taleplerinin geriye işleyebileceğine hüküm verdi.
İlginçtir ki, Lozan
Antlaşması’ndan sonra Türkiye ile ABD arasında yapılan görüşmelerden sonra Türkiye’nin
Osmanlı dönemine ilişik ABD vatandaşlarına olan borç sorumluluğu 1937’de nihai
çözüme bağlanmıştı. Türkiye o tarihte yaklaşık 900 bin dolar (bugünün parasıyla
yaklaşık 24 milyon dolar) ödedi. Bu husus her nedense adı geçen davalarda gündeme
gelmedi. Anlaşılılan, Türk tarafını savunan
Amerikalı avukatlara Türk hükümeti tarafından bu noktada bilgi verilmedi.
Düşündürücü yeni bir gelişme, Ermeni örgütlerinin
girişimleriyle bazı dış çevreler Sevr Antlaşması’nı ileri sürerek Ermenilere
tazminat ödenmesi için çağrıda bulundu. HDP Gençlik Meclisi bu çağrıya imza
attı
GENÇ BEYİNLERE BASKI
2016’da Almanya
Federal Parlamentosu ve 2019’da ABD Kongresi’nde alınan “soykırım” kararları 1915
olaylarının orta eğitim okul müfredatına soykırım olarak dahil edilmesini öngörüyor.
Günümüzde Almanya’da bu noktada 2 eyalette, ABD’de 15 eyalette uygulama veya plan
var. “Soykırım” önümüzdeki yıl olası Biden Yönetimi’nce
kabul edilirse ABD’de bu yöndeki girişimlerin ivme kazanacağı kesin. Öteki
ülkelerde de benzer gelişmeler beklenir.
Ayrıca geçtiğimiz Mayıs’ta ABD Kongresi’nde
onaylanan ve Başkan Trump tarafından imzalanarak yasalaşan yeni bir mevzuata
göre okullarda Holokost’a ilişik eğitimlere federal hükümetin parasal yardım
yapması öngörülüyor. Yasa her nekadar Holokost ile ilgili ise de, yasanın
metninde “soykırım” sözcüğü de geçiyor. Ermeni lobisinin bu yasadan yararlanmak
isteyeceği şüphesiz.
Bütün bu gelişmelerin sonucu olarak yabancı ülkelerde orta eğitim çağındaki Türk ve Türk kökenli genç öğrenciler psikolojik baskı altına girecek, ve hatta bunalım geçirecektir. Bu tür örneklerin olduğu biliniyor. Irkçılığı ve genç beyinlerde aşağılık duygularını kamçılayabilecek bu türk baskılar kabul edilemez.
KARŞILIK GÖRMEYEN GİRİŞİMLER
Ermeni
sorununda bugüne değin Türkiye hükümetinin ana çözüm arayışı, tarihçilerden
oluşan uluslararası bir komisyonun
taplanmasına çağrı yapmak olmuştur. Bu çözüm yolunun zamanı geçmiştir. Yaklaşık
200 “soykırım” kararı aldırmayı başarmış Ermenistan ve Ermeni lobisi, böyle bir
çözüm yoluna niye sıcak baksın? Her yıl 24 Nisan’da Sn. Tayyip Erdoğan
tarafından Türkiye Ermeni topluluğuna gönderilen taziye mesajları da beklenen
semereyi vermemiş, ne Ermenistan ve ne de Ermeni lobisinin tavırlarında bir yumuşama
olmamıştır.
Aynı şekilde, bütün masrafları Türkiye hükümetince
karşılanmak üzere Van Gölü’ndeki Akdamar Klisesi’nin onarımını teşhir etmeyi
amaçlayan bir serginin 5 Kasım 2019’da New York’da açılması da hiçbir yarar
sağlamadı. Sergide 88 fotoğraf teşhir edildi; bir düzineden fazla Patrikhane
dahil Türkiye Ermeni ileri gelenleri ABD’ye getirelerek misafir edildi. Ne ki, olayı
alay edercesine lanse eden bir Ermeni haber sitesine göre ne ABD Ermeni klisesi
ve ne de Ermeni sivil toplumundan tek bir temsilci sergiye katılmadı. http://www.thecaliforniacourier.com/armenians-fly-from-istanbul-to-new-york-to-participate-in-turkish-propaganda/
“Jest” denilebilecek bu girişim, yaklaşık bir ay sonra
ABD Senatosu’nda yapılan “soykırım” oylamasında da tek bir oyu etkilemedi.
Daha da vahimi, 10 Ağustos’da, Sevr Antlaşması’nın
100. yılında, Ermenistan Cumhurbaşkanı Armen Sarkissian ve Başbakan Nikol Pashinyan bu antlaşmanın
h?l? hüküm sürdüğünü savladılar. Aynı görüş, daha sonra birtakım Ermeni
örgütlerinin düzenlediği bir panelde dile getirildi. Lozan’ı görmezden gelen bu
özlemden anlaşılıyor ki “Batı Ermenistan” toprak hayalleri ölmüş değil.
ATILABİLECEK ADIMLAR
Bugünkü aşamada
Ermeni sorununda yapılması gereken, bu sorunu bir devlet politikası olarak
benimsemek ve “soykırım” suçlamalarına bir seferberlik anlayışıyla karşı
koymaktır. Pasif, reaktif davranışlardan proaktif girişimlere geçilmeli, ve organize
bir yaklaşımla Türk tezi çeşitli yollar ile dünya kamuoyuna anlatılmalı.
1915 olaylarının 1948 Birleşmiş Soykırım Sözleşmesi uyarınca
bir soykırım olmayıp toplumlararası bir kırılma olduğu, savaş koşullarının her
iki tarafa da büyük zayiat verdiği, tehcir nedeniyle iddia edilen 1,5 milyon
Ermeni kaybının mantık dışı, insafsız bir yalan olduğu, ve bunun yanı sıra
sadece Anadolu’da yaklaşık 520 bin sivil Müslüman halkının Ermeni milisleri
tarafından katledildiği, bu hususun Batı kaynaklarında söz edilmediği, ve uluslararası
hukukun Türk tezinin tarafında olduğu, bütün çıplaklığı ile dünya kamuoyuna yansıtılmalıdır.
Böyle
bir “seferberlik” için Dışişleri Bakanlığı’na bağlı,
en az Genel Müdürlük düzeyinde özel bir kurumun oluşturulması, gereken bütçenin
sağlanması, ve faaliyetlerin bu kurumun yönetiminde yürütülmesi önem
taşımaktadır.
Faaliyetler ana hatları ile şunlar olabilir:
1.
1915
olaylarının ve geçmişinin orta ve lise eğitim programına sokulması. (Türk halkı
Ermeni sorununda genellikle bilgi yoksunu).
2.
Ermeni
sorununda akademik çalışmaların teşviki, bu konuda konferanslar düzenlenmesi, uzman
kişilerin yurtdışı toplantılarına katılımının desteklenmesi, Türk öğrencilerine
bu bağlamda burs sağlanması.
3.
Türk
akademisyenleri tarafından Ermeni sorunu konusunda yazılan kitap, yazı,
vb.lerin yabancı akademik dergilerde yayınlanmasının teşviki.
4.
Türk
tezini dünya kamuoyuna yansıtmayı amaçlayan, başta İngilizce olmak üzere
yabancı dilde yayım yapan internet bilgi ve haber websitelerinin oluşturulması.
(Günümüzde İngilizce yayım yapan 7-8 Ermeni haber websitesi var).
5.
Gn.
Kurmay ATESE arşivi dahil, Ermeni sorununa ilişik devlet arşivlerinin internet
ortamında araştırmacılara ve kamuoyuna açık olması.
6.
Ermeni
sorununa ilişik Türkçe ve İngilizce belgesellerin yapımı ve Türk ve yabancı kamuoyuna
gösterilmesi.
7.
AB
ülkeleri ve ABD başta olmak üzere, Konsolos ya da Başkonsolos olarak atanacak
kimselerin bu atamalardan önce Ermeni sorunu konusunda özel kurs görmesi.
8.
Bu
konsoloslukların bulunduğu yörelerde yaşayan Türk ve Türk asıllı kimseler ve
sivil toplum kuruluşları (STK) ile Ermeni sorununa ilişik işbirliği kurması, onları
bu konuda örgütlenmeye ve etkinlikte bulunmaya teşvik etmesi, gereğince özel
konferanslar düzenlemesi.
9.
Ermeni
sorununda seçkin, birikimli TBMM mensuplarının arada bir ABD gibi önemli ülke parlamenterleri
ile temasta bulunması.
10. İsrail’e dönük dış siyasetin daha
dostane bir düzeye getirilmesi. (ABD’deki Yahudi lobisi Ermeni sorununda daha
önceleri Türkiye’yi destekliyordu).
11. 1973’den bu yana Ermeni terörüne
kurban olan Türk diplomatları ve ailelerini saygıyla anan bir anıtın Ankara’da
uygun bir yerde dikilmesi.
12. Yargı yönteminin ciddi bir
seçenek olarak değerlendirilmesi.
Yukarıda
belirtilenler genellikle uzun vadede sonuç verebilecek atılımlar. Kısa vade
için yargı yöntemi ön planda.
YARGI YÖNTEMİ
Yargı yöntemi bireysel,
toplumsal (STK’lar), ya da devlet kapsamında ele alınabilir. Bireysel ve
toplumsal girişimler, “soykırım” suçlamalarının haksız ve kasıtlı bir karalama olduğu
gerekçesiyle yabancı ülkelerde açılacak tazminat davaları olarak mülahaza
edilebilir. Devlet kapsamında yapılacak girişimler “soykırım” kararlarının
hukuksal olarak kabul edilemez, büyük bir çarpıtma olduğu esasına dayanmalı. Yabancı
parlamentolar, yönetimler, vb. tarafından alınmış “soykırım” kararları tümüyle
siyasi nitelikte olup hukuksal açıdan geçersizdir. Ancak bu kararların şu veya
bu yolla geriye çekilmesini beklemek, gerçekçi bir yaklaşım değil.
Yapılması
gereken, Ermeni sorununun esas itibarı ile Türkiye ile Ermenistan arasında bir anlaşmazlık
olduğu yaklaşımıyla konunun Uluslararası Adalet Divanı’na (UAD) taşınması.
Soykırım Sözleşmesi’nde (Madde 9) böyle bir yol öngörülüyor. Ancak UAD’da ele
alınan bir davada taraf ülkelerin önceden bu davaya rıza göstermesi gerekiyor.
Türkiye böyle bir davanın UAD’da ele alınması için Ermenistan’a çağrıda bulunmalı.
Ermenistan, güveni olmadığı için büyük bir olasılıkla böyle bir çağrıya sıcak
bakmayacaktır; bu durum Türkiye için dünya kamuoyu nezdinde büyük bir kazanım
olacaktır.
Bir seçenek, Türkiye’nin Birleşmiş Milletler aracılığı ile 1915 olaylarına
“soykırım” sıfatının yapıştırılmasının hukuk açısından doğru bir yaklaşım olup
olmadığı hususunda UAD’dan görüş talep etmesi.
SONUÇ
Ermeni sorununda
bugüne gelen durum ağırlıklı olarak Türkiye’nin aleyhinde. Yine Ermeni haber
sitelerinden öğrendiğimize göre Türk hükümeti lobicilik maksadıyla ABD’de
milyonlarca dolar para harcıyor; lobicilik genel anlamda olup Ermeni sorunuyla
doğrudan ilgili değil, ve bu noktada bir fayda sağladığı da büyük bir soru
işareti. Yapılacak olan, bir seferberlik yaklaşımıyla hükümetin kendine özgün, proaktif,
yeni bir politika geliştirmesi. Uzun vadede atılabilecek adımlar olduğu gibi
kısa vadede yargı yöntemi ön planda ele alınmalı. Yargı yönteminde Türkiye yıllarca
çekingen davrandı; bu çekingenliğin Türkiye’ye herhangi bir çıkar sağladığı
söylenemez. Sorun müzminleşmiştir.
Altını çizmek
gerekir ki, 1915-1916 Osmanlı divan-ı harp yargılamaları dahil tarihi gerçekler,
tehcir sürecinde Ermeni mültecilerin yaşadığı zülum ve kırılmalarda hükümetçe kötü
bir niyetin veya kastın olmadığını açıkça ortaya koymaktadır. İngilizlerin yürüttüğü
1919-1921 Malta Yargılaması da aynı sonuca işaret etmektedir. Bu bakımdan zülum
ve kırılmaların “soykırım” olarak lanse edilmesi Soykırım Sözleşmesi’ne ters
düşmektedir. İl?veten, Sözleşme’nin 6. maddesinin açıkça şart koştuğu,
“soykırım”ı tescil eden tek bir geçerli yargı kararı yok.
2003 Avrupa
Adalet Divanı hükmü, 2013/2015 AİHM İsviçre-Perinçek, ve 2016 Fransa Anayasa Konseyi
kararları da “soykırım” konusunda Türk tezini
desteklemedir.
Ermeni tarafının
zora gelince gündeme getirdiği 1919-1920 Osmanlı yargı kararları – geriye dönük
olmaları bir yana - işg?l altında hüküm veren ve inanırlığı olmayan “kanguru
mahkemesi” kararlarından öteye gitmeyen kararlardır.
Ermenistan, soykırım
iddiasını kanıtlamada güveni olmaması nedeniyle bugüne dek yargı yoluna
gitmekten çekinmiş, onun yerine etnik lobisini de yanına alarak propaganda
yöntemini yeğlemiş, ve bu noktada başarılı olmuştur. Bilindiği kadar Ermenistan
para karşılığında lobicilik yapan yabancı şirketleri istihdam etmemektedir.
Gücünü kendi faaliyetlerinden ve Ermeni diyasporasından almaktadır.
Diyasporanın büyük parasal güce sahip olduğu ve çok sistemli çalıştığı bilinen
bir gerçek.
En son olarak
altını çizmek gerekir ki, Ermeni sorununda günümüzdeki olumsuz konjüktürün sorumlusu
yalnız hükümet değildir. Yurt dışında yaşayan Türk topluluğunun da bu noktada büyük
sorumluluğu olmuştur. Ermeni diyasporasının aksine Türk diyasporası bu güne dek
bu noktada genellikle pasif, hatta duyarsız kalmıştır. Büyük bir özveri ile
gayret gösteren yurtseverlerin sayısı çok az. Bu pasifliğin başlıca nedeni,
Ermeni sorununun Türkiye’de eğitim programının dışında olmasından kaynaklanan bilgi
ve motivasyon yoksunluğu.
DR. FERRUH DEMİRMEN
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Asgari ücret artarsa verimlilik artar
- Yankı Bağcıoğlu'ndan Suriye uyarısı:
- CHP'li Günaydın'dan Bakan Tekin'e tepki!
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
En Çok Okunan Haberler
- Emekliye iyi haber yok!
- Devrim Muhafızları'ndan Suriye çıkışı
- Dönmek isteyen gençler için şartını açıkladı
- Adnan Kale'nin ölümüne ilişkin peş peşe açıklamalar!
- İngiliz gazetesinden Esad iddiası
- 'Seküler müdür kalmadı'
- ‘Kartlar bloke edilebilir’ uyarısı!
- CHP'nin ilçe başkanından açıklama!
- Üniversite öğrencisi, trafikte öldürüldü
- İkinci elde 'Suriyeli' hareketliliği