Örsan K. Öymen

Çevrecilik ve şehircilik nedir?

14 Eylül 2020 Pazartesi

Sanayi, teknoloji, tarım, hayvancılık alanlarında üretime dayalı bir ekonomi geliştirmekte yetersiz kalan Türkiye, büyük bir şantiyeye dönüştü. Üretim ekonomisinin yerini beton ekonomisi aldı. Buna tembellik ve miskinlik ekonomisi de denebilir. Sanayide, teknolojide, tarımda, hayvancılıkta tembelleşen kamu sektörü ve özel sektör, umudunu inşaata ve betona bağladı.

Padişahlık yetkileriyle donatılan “Cumhurbaşkanlığı”, imarlaşma, çarpık yapılaşma ve betonlaşma hizmetleri veren “Çevre ve Şehircilik Bakanlığı”, vatan topraklarını ve kamuya ait devlet arazilerini satma işini üstlenen “Özelleştirme İdaresi Başkanlığı”, 81 ilde ve 900’ü aşkın ilçede bu doğrultudaki çalışmalarına tüm hızıyla devam etmektedir.

Ormanlara, ağaçlara, makilere, bitkilere, çimlere baktığında, doğanın yeşilini değil, sadece doların yeşilini gören bu zihniyet, doğaya, doğadaki canlılara, insana ve topluma zarar vermektedir. İnsan ve doğa arasında bütüncül bir yaklaşım ortaya koymaktansa, insanı ve doğayı karşıt unsurlar olarak gören bu anlayış, kapitalizmin bir köşesine konuşlanmış tembellik ve miskinlik ekonomisiyle de birleşince, ortaya bugünkü manzara çıkmaktadır.

***

Özelleştirme İdaresi Başkanlığı” kategorik olarak sorunlu bir kurum. Bu kurumun varlığı zaten başlı başına bir sorun. Kapitalizm ve neo-liberal ekonomik anlayış tarafından Türkiye’ye dayatılan bu kurum, kamucu, halkçı, devletçi yapıyı yok etmek üzere kurulmuştur. Bu kurumun varlığı, Türkiye Cumhuriyeti anayasasında yer alan “sosyal devlet” ilkesine de aykırıdır.

Öte yanda, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı son derece önemli ve anlamlı bir kurumdur. Bu bakanlığın temel görevi, Türkiye’de çevreye ve doğaya zarar vermeden, şehircilik planlamasını, kamusal yararı dikkate alarak, sağlıklı bir biçimde geliştirmektir. Bu bakanlık, hem çevreyi ve doğayı korumakla ve çevre düzenlemelerini geliştirmekle, hem de kamu yararını temel alarak, şehircilik planlaması yapmakla yükümlüdür. Bu bakanlığın görevi, başıbozuk bir biçimde kamuya ve halka ait olan hazine ve devlet arazilerini imara açmak, seri üretim yapar gibi imar planları yapmak ve “imar barışı” veya “imar affı” adı altında, kaçak yapıların kaçak olmaktan çıkarılmasına öncülük etmek değildir.

***

Her şeyden önce, estetik kaygılarla birlikte, doğa, insan ve toplum ile ilgili kaygıların da ön plana çıktığı bir çevre ve şehircilik anlayışında, imar planları sık sık değişmez. Bu planlar bir ilde ve ilçede, on yılda, yirmi yılda, otuz yılda, kırk yılda, elli yılda bir yapılır, ama tam, sağlam ve doğru bir biçimde yapılır ve şehirleşme, yapılaşma ona göre planlı bir biçimde gerçekleşir, vatandaşlar her sabah uyandıklarında başka bir imar planıyla karşılaşmazlar.

İkincisi, bir imarlaşma ve yapılaşma planı yapılırken, daha önce var olan yapılaşmalarla, yeni yapılaşmaların arasında, elden geldiğince geniş yeşil alanlar bırakılır, hatta arazi çöl bile olsa, arada geniş doğal alanlar boş bırakılır, yeni yapılaşmalar, eski yapılaşmaların dibine eklemlenmez. Böylece betonlaşma ve çarpık yapılaşma adı verilen durumun önüne geçilir, bir yapılaşma olsa bile, farklı yapılaşmaların arasında geniş yeşil ve doğal alanlar da bırakıldığı için, insan, toplum ve doğa, bir beton çığının altında kalmaz. “Aynı yerde daha önce de bir yapılaşma vardı, o yapılırken iyi, sonradan yapılınca kötü, yeni yapılaşmaları neden eleştiriyorsunuz?” biçimindeki çığırtkanlıklar, çevrecilik ve şehircilik konusunda ülkemizde yaygın olan cehaletten kaynaklanmaktadır. Türkiye’deki çevrecilik, şehircilik ve yapılaşma anlayışını eleştirenler, avcı toplayıcı toplum modeline ve mağara yaşamına dönülmesini savunmuyorlar. Sadece insana, topluma, doğaya uygun bir çevre ve şehircilik modeli talep ediyorlar.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı”nın, belediyelerin ve onların amigoluğuna  soyunanların, öncelikle bunu kavramaları gerekmektedir!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları