Özdemir İnce

Cumhuriyete layık olmak! (1)

29 Ekim 2019 Salı

Bugün Cumhuriyetin kuruluşunun 96. yıldönümü. Okuyacağınız yazı 89. yıldönümü için yazılmıştı. Cumhuriyete layık olmak için önümüzde sadece dört yıl var! “Görür müyüm bilmem” diyecek bir yaştayım!

***

Bu ülkede kim ki Cumhuriyeti kendine layık görmemektedir, kendisi Cumhuriyete layık değildir. En başka Üç Tarzı Siyaset’in (2) Panislamcı ve İslamcı kesimi, kesinlikle Cumhuriyete layık değildir. Kim ki aşağılamak için Cumhuriyetin önüne Kemalist sıfatını koymaktadır, Cumhuriyete kesinlikle layık değildir. Kim ki ısrarlı bir şekilde ve utanmadan “Kemalist Cumhuriyet, Müslüman dindarları, gayrimüslimleri, Kürtleri, Alevileri, köylüleri ezmiş ve ötekileştirmiştir” demektedir, Cumhuriyete hiç mi hiç layık değildir.
Ancak, 2013 yılında 90 yaşına girecek olan Cumhuriyetin İslamcılardan, Panislamistlerden başka samimi, inançlı, yeminli ve sürekli beğenmeyeni ve düşmanı yoktur. Neo-muhafazakârlarlar, neo-liberaller, müflis ve miadı dolmuş solcular gibilerin hepsi dönemsel düşmanlardır. Bunlar arasında bazı müflis ve miadı dolmuş solculara içtenlikle acırım: Aileleri, yaşamları yani biyografileri yüzünden Cumhuriyet karşıtı ve düşmanı olmuşlardır. Dedeleri, babaları ve kendi kusurlu geçmişleri yüzünden Cumhuriyetle hesaplaşmak, ona hesap sormak, ondan intikam almak isterler. Öykülerini ve gerekçelerini çok iyi bilirim, ama terbiye gereği açıklamam.
Çıkar ve para karşılığı olarak Cumhuriyet karşıtlığı ve düşmanlığı yapan sefil toplumculara, tutmalara, yanaşmalara, kuyruklara ve ücretli askerlere gelince, bunları “adam sınıfı”ndan saymam.

***

Derin korku ve travmaları olan Cumhuriyet, Müslüman dincilere, gayrimüslimlere, Kürtlere, Alevilere, köylülere, 1923-1945 yılları arasında, topluduruma bağlı olarak (konjonktürel olarak) zaman zaman iyi davranmamıştır. Bu inkâr edilemez.
Ama topludurum (konjonktür) dediğimiz olguyu ve şeyleri genelleştirmek ve peşini hiç bırakmamak derin ve tedavisi mümkün olmayan bir ruhsal hastalığın belirtisidir. Başta Almanya, Sovyetler Birliği, ABD olmak üzere bütün dünya, kendi Kürdüne, kendi dincisine, kendi işçisine, kendi azınlığına Türkiye’den daha iyi davranmamıştır. Bir ayıp ve günah varsa (ki vardır), bu, bütün dünyaya aittir.
İkide bir, İstiklal Mahkemeleri’nden, bastırılan Kürt isyanlarından, Varlık Vergisi’nden, Cumhuriyet ve laikliğe karşı kalkışmaların kovuşturulmasından, komünist tevkifatlarından söz etmek zihinsel ve ruhsal hastalık belirtisidir. Bunlar unutulsun diyen yok! İnceleneceklerse bir kadavra incelenir gibi, bir cesede otopsi yapılır gibi yapılmalı.
Böyle yapılırsa, her kötülük doğrudan doğruya Kemalizme ve erken Cumhuriyet dönemine bağlanmaz. Kadavra serinkanlılıkla incelenir, otopsi sapıtmadan, bilinçli bir şekilde yapılır.
Ne yazık ki böyle yapılmamıştır: Sözde tarihçiler, kötülemek ve suçlamak için, Cumhuriyet devrimlerinin halka sorulmadan yapıldığını iddia etmişlerdir. O zaman ben de “Bre hödükler, hangi halk bir öncü peşinde gitmeden devrim yapmıştır ve hangi öncü devrimci halka sorarak devrim ve reform gerçekleştirmiştir” diye sormak zorunda kalmışımdır.
Yüzde 98’i okuma-yazma bilmeyen halk, Cumhuriyetin harf devrimi yüzünden bir gecede cahil konumuna düşürülmüş; medreseler, tekke ve zaviyeler kapatılmış (Ki doğrudur! Ama neden?), camiler kapatılmış (yalandır), depo (kısmen doğrudur) ve ahır (yalan ve iftiradır) yapılmış... Bereket, camilerin meyhane ve kerhane yapıldığını ileri sürecek kadar vicdansız ve akılsız değiller.

***

Dış destek ve kışkırtı olmasaydı, bu rezilliklerin, bu ihanetlerin hiçbiri günümüz boyutlarında olmazdı. Ama kuklacılık yapan, uzaktan kumanda aletini elinde tutan emperyalizme, küresel sermayeye, CIA’ya ve ABD’nin ona bağlı sivil toplum örgütlerine, Almanya’nın vakıflarına kızmaya hakkımız olduğunu düşünmüyorum. Atalarımız ne demiş? “Keçi kuyruk sallamazsa teke mekildemez!” demişler.
İktidardaki hükümeti beğenmemek, onu değiştirmek, onun yerine geçmeyi istemek başka, iktidarı ele geçirip devletin yapısını ve rejimini değiştirmeye yeminli olmak başka. Bunlardan birincisi demokratiktir ve yasaldır; ikincisi ise anayasa ve yasadışıdır. Erbakan Hoca’nın Milli Görüş partileri: Milli Nizam, Milli Selamet, Refah (Anayasa Mahkemesi kapattı), Fazilet (Anayasa Mahkemesi kapattı) partileri ikinci türden siyasal partilerdir. Hedefleri laik Cumhuriyeti yıkmak idi.
Türkiye’ye karşı kendi hesap ve çıkarlarına uygun bir müttefik arayan emperyalizm ve küresel sermaye bu damardan bir ortak bulmak, yoksa çıkarmak, hazır değilse hazırlamak zorundaydı. Hatırlamak için, bu yılın mayıs ayında yayımlanan “Başbakan’ı Kendisiyle Yüzleştirelim mi?” başlıklı 5 yazımı okumanızı tavsiye ederim.
Emperyalizm ve küresel sermaye, “İsviçre’de öğrenim görmüş kasaba kızı”na benzeyen Türkiye’yi yüzyıldır çıkarlarının odağında olan Ortadoğu’da istemiyordu. Çünkü Araplara kötü örnek oluyordu. Bu nedenle, en kısa zamanda eski haline dönmesi, tekrar muhafazakârlaşması, başını örtmesi, törpülenmesi, yeniden ehlileştirilmesi gerekiyordu. Bu nedenle, 1990’ların ortalarında harekete geçip dönemin Refah Partisi İl Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı buldu. Anayasa Mahkemesi’nin elinden bir oylama hilesiyle kurtulan AKP iktidarda bulunduğu on yıl içinde Cumhuriyetin içini boşalttı ve Suriye kapılarına dayandı.
Emperyalizm, küresel sermaye ve küçük ortakları AKP’nin amacı: 2023 yılına kadar 1923 Cumhuriyetinin defterini dürmek. Bu arada, AKP yardakçılarına serzenişte bulunmak “tenezzül” sınırlarını zorlar.
Cumhuriyet ve cumhuriyetçilerin de bir tek amacı (var diyemiyorum) bu defteri dürdürmemek olmalı.

(1) Bu yazı ilk kez 29 Ekim 2012 tarihli Aydınlık gazetesinde yayımlandı.
(2) Yusuf Akçura.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Din ve vicdan hürriyeti 13 Aralık 2024
Üst kimlik olarak İslam 10 Aralık 2024

Günün Köşe Yazıları