Jean-Paul Sartre, Madeleine Gobeil ile Claude Lanzmann’ın Radio Canada için kendisiyle yaptıkları söyleşide “ırkçılık’ı şöyle tanımlar:
“Irkçılığı ele aldığımızda ırkçılık karşıtlığını sadece dış dünyayla bir mücadele hali olarak değil, aynı zamanda kişinin kendisiyle bir mücadele hali olarak da ele almamız gerekir. Hiçbir zaman ırkçı olarak adlandırıldığımı düşünmüyorum ancak çocukluğumdan beri ırkçılıkla kirlendiğimi ve bundan ancak sürekli mücadele ederek kurtulabileceğinizi söyleyebilirim. Bir ara, Üçüncü Dünya’dan, o zamanki kolonilerden gelen ve bana kötü bir el yazması getiren insanlara karşı fazla nazik olma huyum vardı. Bir Fransıza, bir beyaz adama şunu söylerdim: Kitabınız kötü. Onlara karşı, nezaket gereği kullandığım ama aslında sonradan kurtulduğum belli bir ırkçılığı yansıtan dolambaçlı ifadeler kullandım. Ama hâlâ yaşadığım ve kurtulabileceğim başka ırkçılık düzeyleri de var elbette.”
Irkçılık, insan türü içinde ırkların varlığına ilişkin hatalı varsayımdan yola çıkarak belirli insan kategorilerinin diğerlerinden özünde üstün olduğunu düşünen bir ideolojidir ve bilimsel ırkçılıkla birlikte ortaya çıktığı görülmektedir. Irkçılık, bilimsel ırkçılık olarak da adlandırılır ve bilimin yardımıyla “ırkların” varlığını desteklemeye çalışan bir ırkçılık biçimidir. Başka bir toplumsal kategoriye (farklılık kültürel, etnik veya sadece ten renginden kaynaklanıyor olabilir) yönelik bu düşmanlık, aynı zamanda yabancı düşmanlığı veya etnosentrizm biçimlerine de dönüşüyor. Irkçılığın bazı ifade biçimleri, örneğin ırksal hakaret, ırksal iftira ve ayrımcılık, birçok ülkede suç olarak kabul ediliyor.
Irkçı ideolojiler (Öjeni genetik ve bilimsel miras yasaları aracılığıyla insanları ve grupları mükemmelleştirmenin mümkün olduğunu iddia eden ahlaksız ve sözde bilimsel bir teoridir. Öjeniciler, “ırksal gelişme” fikrini desteklemek için Charles Darwin ve Gregor Mendel’in çalışmalarına dair yanlış ve önyargılı bir anlayış kullandılar); ırk ayrımcılığı, etnik ayrımcılık ve aşırı durumlarda soykırıma varabilen adaletsizlik ve şiddete yol açan siyasi doktrinlerin temelini oluşturmuştur.
Sosyal bilimlere göre ırkçılık, ırksal bahanelerle toplumsal egemenlik dinamiğinin bir parçasıdır. “Ters ırkçılık”, ırkçılığa maruz kalmış bir kişi veya ırksallaştırılmış bir grup tarafından gerçekleştirilen gerici bir eylem veya ifadeyi tanımlamak için “ırkçılık” terimini kullanan bir ifadedir.
Bu konuda araştırma yaparken bir zamanlar sadece siyahi insanlara ayrılmış yerde su içen bir Afroamerikalının fotoğrafını gördüm. O bir zamanlar ABD’de helaları bile ayrıydı.
Felsefede, “öteki”, kişinin kendisinden farklı ya da farklı olarak algıladığı herhangi bir kişi ya da şeye atıfta bulunan bir kavramdır. Bu ayrım, bireylerin kendi kimliklerini nasıl oluşturduklarını anlamak için çok önemlidir, çünkü “öteki” ile karşılaşma, “ben”in sınırlarını tanımlamaya yardımcı olur.
İsveç’te zorunlu kısırlaştırma: 1906- 2013 yılları arasında öjeni, tıbbi ve sosyal gerekçelerle, kişinin geçerli rızası olmadan İsveç’te gerçekleştirilen kısırlaştırmalardı. 1972 ile 2013 yılları arasında kısırlaştırma, cinsiyet değiştirme ameliyatı için de bir koşuldu.
1922’de Uppsala’da Irk Biyolojisi Devlet Enstitüsü kuruldu. 1930’larda, toplu kısırlaştırmaya izin veren bir yasa çıkarıldı. 1941’de çıkarılan bir diğer yasa daha kapsamlıydı ve sterilizasyonun gerçekleştirilebileceği üç genel gerekçeyi belirtiyordu:
- Tıbbi, kronik hastalığı veya kalıcı zayıflamış bünyesi olan bir kadının gebeliğinin hayatı ya da sağlığı açısından sakınca oluşturabileceği durumda.
- Öjeni, akıl hastası olduğu düşünülen, ağır hastalığı bulunan veya fiziksel engeli bulunan kişilerin kısırlaştırılarak bu özelliklerin yavrulara aktarılmasını engellemeyi amaçlıyordu.
- Sosyal, zihinsel hastalığı, zekâ geriliği veya antisosyal olma nedeniyle çocuk evlat edinmeye uygun görülmeyen kişilerin kısırlaştırılmasına izin veriyordu.
Yasa, rıza yaşı sınırını öngörmemiştir. Ancak bir kişiyi fiziksel olarak kısıtlamak hiçbir zaman yasal olmamıştır.
Öjenik kısırlaştırmaların sayısı 1940’larda zirveye ulaştı, 1946’dan itibaren 1941 yasal hükümleri uyarınca kısırlaştırmaların sayısı giderek azaldı.
1997’de etnologlar İsveç hükümeti adına kısırlaştırmaların ne kadarının zorla yapıldığını tahmin etmeye çalıştı. Başvuruların dörtte birinin kurumdan tahliye koşulu gibi zorlamaya benzer koşullar altında yapıldığını ve diğer yüzde 9’unun baskı altında imzalandığını buldular. Vakaların yarısında zorlama veya baskı belirtisi bulamadılar ancak başvuranların kendi isteğiyle imzalamış olduğunu kanıtlayan belirtiler buldular. Tydén bu yüzdeleri, zorlama altında yapılan operasyonların sayısını tahmin etmek için kullanıyor. 15 bininin tahliye koşulu olarak yapıldığını ve 5 bin 500 ila 6 bininin diğer baskı türleri altında yapıldığını, 30 bininin ise gönüllü ve başvuranların kendi girişimiyle yapıldığını buldu.
2000 yılındaki bir hükümet raporuna göre, 21 bin kişinin zorla kısırlaştırıldığı, 6 bin kişinin “gönüllü” kısırlaştırmaya zorlandığı ve 4 bin vakanın niteliğinin belirlenemediği tahmin ediliyor.
2000’li yıllardan itibaren İsveç devleti tazminat talebinde bulunan mağdurlara tazminat ödemeye başladı.
Ardından İkinci Dünya Savaşı’nda Nazi ırkçılığı geldi. Bu dönemde hayatını kaybedenlerin tek bir listesi bulunmasa da devlet kurumları ve Yahudi organizasyonları 1940’lı yıllardan bu yana Naziler tarafından öldürülen Yahudilerin sayısının yaklaşık altı milyon olduğunu tahmin etmektedir.
Son zamanlarda Cumhuriyetin Kürt vatandaşlarına karşı ırkçılık siyaseti uyguladığı iddia ediliyor da...