Soruları kim soracak?

29 Kasım 2015 Pazar

Daha geçenlerde yaptığı bir konuşmasında gazetedeki odasının iki penceresi olduğunu söylüyordu: Biri adliyeye, diğeri mezarlığa bakan. Üçüncü bir pencereden söz etmişti. “İfadenin özgür, yazmanın serbest, sansürün yasak olduğu demokratik bir geleceğe bakıyor” demişti. Umarız bir penceresi vardır şimdi, umarız gökyüzünü görüyordur.

Ne Can Dündar ne Erdem Gül. Penceresiz kalmamalılar.

Yapmayı seçtiğim meslekten ötürü başıma ilk kez bir iş geldiğinde, bir editörüm, “Gazetecilik zor iş Selin” demişti. Ne kadar zor olduğunu son birkaç yılda daha iyi anlıyoruz.

Bir kez daha mahkemeden tutuklama kararı çıkıyor gazeteciler için. İşlerini bildiğimiz, saygı duyduğumuz, bazımızın çocukluk, diğerinin yıllardır o gazete senin bu gazete benim dolaştığı yol arkadaşı belki. Arkadaşlar tutuklandık, diyor mahkeme salonunun dışında bekleyenlere. İki kelime. Kimi manşetlere basının kara günü diye taşınıyor haber, kimi gazetelerde ilk sayfadan görülmeye değer bile bulunmuyor.

Adliyeden ayrıldıktan sonra o akşam adını belki de daha çok hak eden, adliye binasının hemen karşısındaki Adalet Çay Bahçesi’ne gidiyoruz birkaç arkadaş. Masada, kaç yıl geçmişti, diye konuşuluyor. Hesap ediliyor. Dört yıl yanıtı geliyor. Hazır mıyız peki yeniden gazetecilik için adliye koridorlarında mücadele etmeye? Mecali mi kalmadı yoksa kimsenin? Yanıt bekleyen sorular değil. Herkes biliyor ki yanınızdayız demekten başka seçenek yok. En son bu meslek adına ne zaman canın bu kadar yanmıştı, diye soruyorum kendime. Tutuklamalar, baskınlar,  tehditler, dayaklar. Bu ara canımız çok yanıyor gibi.

Bugün gazeteciliğin sınırlarının bir kez daha çizildiği bir dönemden geçiyoruz. Devlet güvenliği basın özgürlüğünden, kamunun haber alma, bilgilenme özgürlüğünden öncelikli midir? Devletin suç işleme özgürlüğü var mıdır? Güvenlik gerekçesi suçu örter mi? Bu sorular soruldu. Bunları tekrar etmemiz gerek. Tartışmamız gerek. Vereceğimiz yanıtlarla sadece bu mesleğin değil, hepimizin, geleceğimizin şekilleneceğini anlamamız gerek.

ABD’nin kurucu başkanlarından Thomas Jefferson, 1787’de yaptığı bir konuşmada şöyle der: “Gazetelerin olmayıp hükümetin olduğu bir dünya ile hükümetin olmayıp gazetelerin olduğu bir dünya arasında bir tercih yapmam gerekse, hiç tereddütsüz ikincisini seçerdim.” Yani hükümet ile gazetecilik arasındaki ip çekme mücadelesi bugüne, hatta bu yüzyıla bile dair değil. Yazının tarihi kadar eski yazanlar ile yazılmasını istemeyenler, gerçeği açığa vurmak isteyenler ile üstünü örtmek isteyenler arasındaki yarış. Demokrasi mücadelesi verenlerin durduğu yer ise hep sabit: Özgür basının hemen yanı.

Birkaç yıl önce bir konuşma yapmış, birkaç soru sormuştum: Doğru ne? Yanlış ne? Bunu kim soracak? Bunu soranlara ne olacak? Nisan 2013’tü. Bugün Kasım 2015. Sorular hâlâ geçerliliğini koruyor. Yanıtları da maalesef hâlâ aynı. Ama bizler, sormaya devam edeceğiz. Çünkü biliyoruz ki pencerelerimiz demokratik bir geleceğe, doğruya, gerçeğe ancak sordukça açılacak. Çünkü yalnız değildir dediğimiz arkadaşlarımızın dört duvar arası yalnızlıklarını ancak böyle paylaşabileceğiz. Çünkü gazetecilik bunu gerektirir.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Seçim açık oturumu 9 Mayıs 2018
May kısa yolu seçti 14 Nisan 2018

Günün Köşe Yazıları