
Yılın belki de en sıcak gününde deniz kıyılarını bırakıp Milas’ta kapalı bir mekânda bir sergi görmeye gideceğimi söyleseler pek inanmazdım. Ancak İş Sanat öylesine cazip, çekici, yararlı, akıllı, kamusal bir sanat projesiyle çıktı ki karşıma, görmezden gelemezdim. İş Sanat’ın “Anadolu Sergileri”nden söz ediyorum. Her şey İbrahim Çallı’nın 143. yaş gününde 13 Temmuz’da başladı. Hayır, çok daha önce başladı.
İş Bankası, 1924’te kurulduktan sonra, Anadolu’da şubelerini açarken bir yandan da Atatürk’ün kültür ve sanata verdiği öneme ve dönemin sanat politikasına uygun olarak bu şubeler için resim toplamaya başladı. Anımsayın Cumhuriyetin hedeflerinden biri “muasır medeniyete” ulaşmaktı. Ve bunun yolu sanattan geçiyordu! Sanatın her alanında seferberlik, bu amaçla genç sanatçıları desteklemek kaçınılmazdı. Anımsayın “Kıvılcım olarak gittiler alev olarak döndüler”. Anadolu’daki o şubeler taşrada da yerel sanat galerisi işlevi gördü.
Zaman içinde tüm şubelerden bu eserler toplandı. Bakımı, onarımı yapıldı. Bankanın 2 bin 800 eserlik bir koleksiyonu oluştu. Bu değerli koleksiyonun bir bölümü Cumhuriyetin 100. yıldönümünde açılan İstiklal Caddesi’nde o muhteşem tarihi binada, İş Bankası Resim Heykel Müzesi’nde sergileniyor. Ya Anadolu’da?
Yanıt: İş Sanat, Cumhuriyetin o sanat seferberliği yıllarından, kendi kültürel ve tarihi mirasından ilham alarak “Herkes için Sanat: Anadolu Sergileri”ni başlattı.
ÇAL-MİLAS-GELİBOLU
Anadolu’ya “Siz bize gelin” demek yerine, “Biz size geliyoruz” diyen bir sanat buluşması... Anadolu’nun her yanında bankanın şubeleri vardı ve kendi koleksiyonlarından özenle seçtikleri kısıtlı sayıda eseri izleyiciyle buluşturacaklardı.
Eylülde başlayacaklardı ama Çallı’nın yaş günü kaçırılmaz bir fırsat sundu. İş Sanat’ın genel müdürü Zuhal Üreten, (zaten şubelerden eserleri toplayan ekipte baştan beri yer almıştı) “Hemşerilik kartını kullandık ve ilk Anadolu Sergisi’ni eylülü beklemeden Denizli’nin Çal ilçesinde 15 Temmuz’da açtık” diyor. Türk resminin simge isimlerinden İbrahim Çallı, Çal’da doğmuş, orada okula gitmişti.
Geçen hafta sonu “Anadolu Sergisi” Milas’taydı. (Şubelerde sergi ancak hafta sonu açılabiliyor. Hafta içinde banka şubesi banka görevini sürdürüyor!) Tamam Türk resminin bir başka simge adı Turan Erol, Milaslı bir kunduracının oğluydu ve illaki yaş gününü beklemek gerekmeyecekti. Farklı bir konsept bulmak gerekiyordu. Nitekim bulundu da... Milas’taki sergiye geçmeden önce belirteyim: Bir sonraki Anadolu Sergisi, Anafartalar Muhare-besi’nin 110. yıldönümünde, 9-10 Ağustos’ta Türkiye İş Bankası Gelibolu Şubesi’nde olacak. Herkese açık. O yöredekiler kaçırmasın!

HOCALAR VE ÖĞRENCİLER
Milas’a dönüyorum: Bu kez sergi “Hocalar ve Öğrenciler” üzerine kuruldu. Milas doğumlu Turan Erol bin bir zorlukla ve gecikmeli olarak kendini İstanbul’a atabilmişti. Hocası Güzel Sanatlar Akademisi’nde Bedri Rahmi Eyüboğlu’ydu; Gazi Eğitim Enstitüsü’nden öğrencisi ise Yalçın Gökçebağ... Buyurun size Türk resminin üç önemli ismi.
İş Bankası koleksiyonundan seçilen üç isme ait eserlerin yer aldığı sergide ilk dikkatimi çeken bir köşede, çocukların önlerinde boya kalemleri ve resim defterleri, resim yapmakta olmalarıydı. Bu sergiler aynı zamanda eğitim programının parçası olarak atölyeleri de içeriyor.
Sanat tarihçisi Doç. Dr. Ayşe Köksal, birbirinden farklı bireysel yolculuklarını sürdüren üç ressama ilişkin şu noktalara dikkatleri çekti:
Bedri Rahmi atölyesinin (tıpkı onun da hocası Leopold Levy gibi) herkese açık olması ve baskıcı olmaması... “Ben size yolu açıyorum, kendi yolunuzu kendiniz bulun” demesi... Yerellikten beslenmesi ve öğrencilerine de bunu aşılaması...
Her üç ressamın ortak yanlarına gelince: Güçlü yerellik duygusu... Anlaşılır olmaları... Bedri Rahmi, şairliğinden ve kişiliğinden gelen coşkuyla renkle oynamayı severken Turan Erol’un beyazla oynaması... O hüzünlüdür. “Bu topraklar hüzün doluyken ben neşeli resim yapamam” der gibidir. Yine de izleyeni özgür bırakır; o beyaz boşluk bakanın psikolojisine seslenir... Onun öğrencisi Yalçın Gökçebağ ki “Ankaralı ressam” diye bilinse de o da Denizlilidir. Buralardan çekip gitmiş olsa da hep köyüne dönmeyi özler. Doğanın sessizliğine, dayanamaz resmine mutlak bir insan sesi katar.
Yazı çok uzadı: Doğanın sesini duyacak insanların ülkemde çoğalması dileğiyle deyip bitireyim.