Ey Ysyk Köl!.. Ey Issyk Kul!.. Ey Isık Gölü!
Sana benim Türkçemle, Türkiyemin Türkçesiyle sesleniyorum:
Ey güzeller güzeli Isık Gölü...
Orta Asya’nın orta yerinde, bizim Tanrı Dağları, Çinlilerin Tienşan dediği dağlardan inen binlerce akarsuyla beslenen “Kırgızistan’ın İncisi”...
Sen ki, çevrendeki ormanlar ağaçlar buz tutsa da, seni saran dağlar kara teslim olsa da hiç ama hiç donmazmışsın, suların her daim dalgalanır, köpürürmüş...
Sen ki güzeller güzeli bir kızın toprağa damlayan gözyaşlarından doğmuşun, bu nedenle “ısı yani sıcak göl” diye bilinirmişsin...
Sen ki yeryüzünün ikinci en büyük dağ gölüymüşsün... (Bolivya ile Peru arasındaki Titikaka en büyüğü olsa da senin kadar güzel mi görmedim, bilemem...)
Ama en, en, en, en önemlisi sen ki, dünyaya “Gök Tanrı’nın Yeryüzündeki Gözü” diye nam salmışın!
Ve daha da önemlisi: Sen ki, biz insanların sana fısıldadığını, rüzgârlara katıp, ne yapar eder mutlak Gök Tanrı’ya ulaştırırmışsın...
İşte sana geldim... Geldim ki, sana söyleyeceklerimi tez elden sularına, köpüklerine, buharına, rüzgârına kat ve Gök Tanrı’ya ulaştır!
Ey Isık Gölü, Gök Tanrı’ya de ki: Bizi, dini kendi çıkarları için, hırs ve ihtiraslarını doyurmak için, güç ve iktidarını çoğaltmak için kullananlardan kurtarsın!
Gök Tanrı’ya de ki, dini siyasete alet edenlerden bizi korusun!
Gök Tanrı’ya de ki, artık çocuklar öldürülmesin! Büyüklerin savaş oyunlarına, çıkar oyunlarına, silah sanayisinin çarklarına kurban edilmesin!
Bir de de ki: Çocukların beyinleri yıkanmasın! Ana baba baskısından da, devlet ve hükümet baskısından da, mahalle baskısından da uzak, özgür bireyler olarak büyüsünler! Karanlık kafalılar çeksin çocuklarımızın üzerinden pis ellerini!
Ey Isık Gölü, artık hukuk ve adalet katledilmesin dünyanın herhangi bir yerinde ve benim ülkemde de.
Senin suların en korkunç soğukta bile donamazmış Isık Gölü. Ama insanların vicdanları çoktan dondu bile! Vicdanlar buz tuttu. Kızgın çöl sıcağında bile erimeyen bir buz! Gök Tanrı’ya de ki bize birazcık insan sıcaklığı versin. Bir çocuğu daha gülümsetmeye, giydirmeye, doyurmaya yarayabilecek bir insan sıcaklığı...
Ah Isık Gölü, damlaya damlaya göl olmayacağını bilecek yaştayım. Sen bir gözyaşı damlasından doğmuş olsan da yine de söyle Gök Tanrı’ya: De ki artık soygun, talan ve yalan cezasız kalmasın bu dünyada!
***
Sevgili okurlar, Kırgızistan’ın başkenti Bişkek’te Uluslararası PEN Kongresi’ndeydim. Kongre bitti, şimdi ülkenin kuzey doğusunda Isık Gölü’nde Ural Altay Dayanışma Ağı’nın konferansına geldim. (Ayrıntılar daha sonra.)
Orta Asya’nın nice efsanesine “yataklık” etmiş Isık Gölü’nde hâlâ “Tengrinizm” inancı yaygın. Şamanizmden etkilenmiş, mutluluğun özünü çevreyle, doğayla uyumda bulan bir inanç. Yaşamın sürdürülebilirliği, sonu olmayan gökyüzü (Tengri) ve yeryüzünün bütünlüğüne bağlı... Bu inancın kutsal merkezi de Isık Gölü...
Isık Gölü’nü yani “Tanrı’nın Yeryüzündeki Gözü”nü karşımda görünce ben de dayanamadım, dileklerimi sıraladım... Hem zaten bugün bayram. Hepinizin bayramını kutlarım.
Isık Gölü’nde Gök Tanrı’ya Sesleniyorum
Yazarın Son Yazıları
Sahnede bir adam var.
Korkunç yoğun bir trafikte iki saat gitmeyi ve iki saat de dönmeyi göze alırsanız orada bulunduğunuz sürece müthiş keyiflenir ve “Yaşasın Tüyap Kitap Fuarı” diye haykırabilirsiniz.
O, Nermin Abadan Unat. Neden mi ona minnet borcumuz var?
Sabiha Sertel (1895-1968) ve Zekeriya Sertel (1890-1980). Osmanlı’nın sonu, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarında duygu ve düşünce dünyamıza sonsuz katkılarda bulunmuş bu iki önemli ismi bu ülkede yaşayan herkesin, hele hele gazeteciliği meslek edinmiş her insanın çok yakından bilmesi gerekir.
O kadar güzeldi ki tadı damağımda kalmıştı.
Bir yanımda yaratıcılık, bir yanımda yok edicilik. İkisi de çekiştirip duruyor iki kolumdan.
Duvardaki dev afişten fırlayıp kucaklaşacakmışız gibi bana bakan genç kadın, Suna Pekuysal.
Dünkü gazetemizde, “Korkma Biz Kadınız!” başlığını görmek çok hoşuma gitti.
Çocuklarımız için neler neler yapmayız ki...
Ülkemin hapishaneler coğrafyasından sık sık mektup gelir.
Neredeyse 30 yıldır Hakan Erdoğan Prodüksiyon “Bach İstanbul’da” başlığıyla klasik müzik konserleri düzenler.
Oktay Ekinci... Bu isim Cumhuriyet okurlarının hiç ama hiç yabancısı değil.
Paris ve sonbahar.
“Ve sonunda Joan Baez hastalığı yendi, sağlığına kavuştu!”
“Hava kurşun gibi ağır/ Bağır bağır bağırıyorum/ Koşun. Kurşun eritmeye çağırıyorum...”
Cumhuriyetin 102. yıldönümünü dün kutladık.
Ege’nin ortasında bir sabah...
Daha 29. Uluslararası İstanbul Festivali başlamamıştı.
Prag Tiyatro Festivali’nden ayağımın tozuyla dönüp tüm gördüklerimi sizinle paylaşmaya hazırlanıyordum ki sevgili arkadaşım Genco Erkal’ın sesi kulağımın dibinde bitiverdi: “Çekya’yı bırak önce Cihangir’e bak!”
Sevgili okurlar Prag’dayım.
Sabah 6.30’da kapı tekmeleniyor. Jandarma içeri dalıyor.
Bu yazının başlığı “Afife Jale Ödül Töreni’nin düşündürdükleri” olacaktı.
Olmayan suçlar... Yazılmayan iddianameler... Yazılıp uygulanmayan kararlar... Ve hukuk ile guguk arasında yaşamaya devam çabası... Tamam yakınmayı bırakıp sadede geliyorum.
Nasıl yaşamak bu! Kâh gökyüzünde kanat çırpıyoruz kâh en dipsiz kuyuların derinliğinde kayboluyoruz.
26 Eylül’de Ankara’da 93. Dil Bayramı’nı kutladık. Dil Derneği ve Çankaya Belediyesi’nin ortaklaşa etkinliği Yaşar Kemal’e adanmıştı.
“Sömürü bir bütündür. Bütün insan değerlerinin sömürülmesiyle, doğa değerlerinin hoyratça sömürülmesi bir arada gidiyor. Türkiye toprakları yıkıma uğratılıyor, hopur ediliyor. Biz Türkiye üstünde mirasyedileriz. Yıkımımızdan Türkiye’nin hiçbir insanı ve doğa değeri kurtulamıyor.”
İstanbul dolu dizgin.
15 Eylül, arkadaşımız, yoldaşımız, omuzdaşımız, ülkemin en aydın, en dürüst, en yararlı, en barışçı insanlarından Hrant Dink’in yaş günüydü.
Bundan önceki yazım şöyle bitiyordu: “Yeryüzü muhteşemdi. Türkiye’nin asla uygarlıktan, yaratıcılıktan, aydınlıktan ve gelecekten vazgeçmeyeceğine dair umutlarımız tazeleniyordu.”
Elbe Nehri’nin kıyısında görkemli mi görkemli o yapı bir mucize gibi yükseliyor.
Hafta içinde hapisteki iki çok değerli insanımıza yine uluslararası ödüller verildi.
Bunalıyorsunuz, kahroluyorsunuz, her yerde haksızlık, hukuksuzluk, adaletsizlik diyorsunuz...
Bu başlığı yazdım. İstanbul’da bir haftadır süren o muhteşem coşkuyu paylaşacağım diye düşünürken birden bir suçluluk duygusuna kapıldım.
Edremit Kitap Fuarı’ndayım...
Diyanet İşleri Başkanlığı suç işliyor.
Adaletten eğitime, sağlıktan beslenmeye, her şeyin sahtesine, zehirlisine mahkûm edildiğimiz, yalanlarla kuşatıldığımız şu günlerde kimi alanlarda hakikatle, sahici olanla karşılaşmak iyi geliyor insana.
Son yıllarda adeta Bodrum’un kültür markasına dönüşen Uluslararası Bodrum Bale Festivali’nden söz edeceğim.
20. ve 21. yüzyıl tiyatrosuna damgasını vuran dâhi Robert Wilson tedavi olmak istemeyerek New York Long Island’da kurmuş olduğu Watermill Eğitim ve Üretim Merkezi/okul/ müze/kültür merkezinde son ana dek çalışarak 31 Temmuz’da öldü.
Metin Sözen: (24 Mayıs 1936, Harput, Elazığ-31 Temmuz 2025, İstanbul)...
Yılın belki de en sıcak gününde deniz kıyılarını bırakıp Milas’ta kapalı bir mekânda bir sergi görmeye gideceğimi söyleseler pek inanmazdım.