Muammalar Serisi

21 Eylül 2014 Pazar

Turuncu esir önlüğüyle diz çökmüş bir rehinenin çaresiz son sözleri ve başında dikilen siyah kar maskeli IŞİD militanının küstahça sallayıp esirinin boynuna dayadığı bıçağı...
Bu görüntüyü izledikçe hepimiz, önce bunu izleyen yakınlarının neler hissetmiş olabileceklerini düşünüyorduk; sonra kendi rehinelerimizin ailelerinin ruh halini...
Hele hava operasyonu başlayınca, rehinelerin kalkan olarak kullanılabileceği kuşkusu herkesin, ama yine en çok ailelerinin beynini deşiyordu.
Aileler tepkiliydi; resmi kaynaklardan bilgi alamamaktan yakınıyorlardı. Yakınmalarının haber yapılması bile yasaktı.
Hükümet, yayın yasağı ile konsolosluğun neden vaktinde tahliye edilmediği sorusunun sorulmasını da engellemiş oldu.

***

Dünkü “mutlu son” elbette sevindiricidir. Kutlanmalıdır.
Ancak ardında bıraktığı bir dizi soru da mutlaka yanıtlanmalıdır.
Başta biraz önce sözünü ettiğim tahliye etmeme kararı...
İlk sızan bilgiler, MİT’in uyarısına rağmen Dışişleri’nin “Çıkmasınlar” kararı verdiği yolundaydı. MİT Müsteşarı’nın Davutoğlu kabinesine girmemesini bile buna yoranlar oldu.
Ardından Başkonsolosun söz dinlemediği iddiası ortaya atıldı.
Davutoğlu’nun başkonsolosu birkaç kez alnından öpmesi tekzip yerine geçer mi; bil-miyorum. Ancak yayın yasağı, varsa vahim bir hatanın ortaya çıkmasını engelledi, yoksa insanların yok yere suçlanmasına yol açtı.

***

İkinci muamma, IŞİD’le neyin pazarlığının yapıldığı...
Batı basını aylardır Türkiye’nin “cihatçılara otoban” döşediğini, militanları eğitip hasta-nelerde tedavi ettiğini, petrol alıp karşılığın-da silah verdiğini yazıyor. Eğitim yerlerinin adreslerini veriyor, fotoğraflarını yayımlıyor. Batı’nın itibarlı gazeteleri de, uysal Türk basınını taklit etmediği için fırça yiyor.
Bu arada biz sınır ötesine silah sevk edildiğini, Hükümet-Cemaat çatışması sa-yesinde öğrenebiliyoruz. Silah yüklü TIR’lar sınırda durduruluyor, skandal belgeleniyor, mahkemeye intikal ediyor; ama Ankara “Yok öyle bir şey” deyip çıkıyor.
Türk yetkililerin silah ticaretine aracılık ederken IŞİD’e karşı kararlı tavır almaktan çekinmesi, uluslararası koalisyona girme konusunda ayak diremesi de -rehine-leri koruma kaygısıyla olduğu söylense de- mezhepsel ve ideolojik yakınlık olarak yorumlanıyor.
Şimdi rehinelerin serbest kalmasıyla bunu test edebileceğiz, ancak silah-mühimmat desteği meselesi hâlâ sır olarak duruyor.

***

Tabii sırlar arasına şimdi, “Nasıl serbest kaldılar” sorusunu da eklemek gerek...
Ankara’nın sabah erkenden, kendine ya-kın gazetecilere “Valla fidye vermedik, hiçbir pazarlığa girmedik” haberi sızdırmasından, bu konudaki rahatsızlık anlaşıldı.
Dışişleri, Cumhurbaşkanı’nın “başarılı bir kurtarma operasyonu” açıklamasını düzelt-mek için de epey ter döktü.
“Operasyon değil, bir dizi temas” türü izahat, iyice kafaları karıştırdı.
Sahi, nasıl bir “operasyon” yapıldı?

***

Göremediğimiz çok şey var, ama gördüklerimiz de yabana atılır cinsten değil:
Uzak bir tehlike gibi görülen IŞİD’in, ne kadar yakın bir tehdit olduğunu gördük.
Yayın yasağının hataları örtbas etmede ne kadar işlevsel olduğunu gördük.
Özgür basın olmayınca, hayati sorular sorulmayınca, boşluğun nasıl uluslararası basın tarafından doldurulduğunu gördük.
Devlet birimlerinin ne kadar dağınık olduğunu gördük.
Bir devleti ve dış politikasını rehin almanın ne kadar kolay olduğunu gördük.
Rehineler kurtuldu; darısı Türkiye’nin rehineliğine...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları