Bir Dönüşümün Eşiğinde - II

16 Nisan 2014 Çarşamba

Pazartesi yazımda, uygarlığın geleceği, küresel ısınma ve iklim değişikliği üzerine iki önemli araştırmanın çok kritik bulgularını aktardım. Sonra da Thomas Pikkety’nin büyük yankı uyandıran “21. Yüzyılda Sermaye” başlıklı çalışmasını (açıkçası, yansıttığı anksiyeteye dikkat çekmek için) çok kısaca aktardım.
Şimdi bu resme, Goldman Sachs’ın baş ekonomistiyken BRICS kavramını yaratan Jim O’Nneil ile Bruegel Enstitüsü uzmanlarından Alessio Terzi’nin birlikte hazırladıkları, Bruegel Enstitüsü tarafından yayımlanan “Ticaretin değişen kalıpları Avrupa ve dünyanın değişmeyen yönetişimi” (Changing trade patterns, unchanging European and global governance) başlıklı çalışmalarını eklemeye çalışacağım.
O’Nneil ve Terzi’nin çalışmalarının temel tezi kısaca şöyle özetlenebilir: Son 15 yılda dünya ticaretinin geleneksel Batı merkezli kalıpları değişti. Ticaretin ağırlığı “Batı” dünyasından uzaklaşarak Doğu’ya kayıyor. Bu süreç Batı merkezli ticaret kalıplarını, uluslararası para sistemini yönetmek üzere kurulmuş, geliştirilmiş kuralları, kurumları zorluyor. Bu koşullar özellikle Avrupa Birliği’nin geleceği açısından ciddi bir tehdit oluşturuyor. Varlık nedeni üyelerinin ağırlıklı olarak kendi aralarında ticaret yapıyor olmalarına dayalı bir ortak pazar, para sistemi ve ekonomik bölge; en önemli üyelerinin bölge dışıyla yaptıkları ticaret göreli olarak arttıkça varlık nedenini kaybetmeye başlıyor.
O’Nneil ve Terzi’nin araştırmasının bulgularına göre (yazarlar BRIC ülkelerinin payındaki değişimi saptıyorlar, ama özellikle Çin üzerinde duruyorlar) Çin’in dünya toplam hasılası içindeki payı 1991-2000 arasında yüzde 2.06, 2001- 2010 arasında yüzde 5.25 artarken ABD’ninki aynı dönemlerde önce yüzde 4.91 artmış, sonra yüzde 9.12 gerilemiş, Japonya’nınki sırasıyla yüzde 0.7 ve yüzde 4.28 gerilemiş. Avrupa Birliği’nin payının da yüzde 6.59 ve yüzde 1.21 gerilediği görülüyor
Batı blokunun dünya hasılası içindeki payı 1991-2000 arasında yüzde 1.68 artarken 2001-2010 arasında yüzde 10.33 gerilemiş. Çin dünya ticareti içindeki payını 2002-11 arasında yüzde 5.4 artırırken OECD grubunun payı yüzde 12 gerilemiş.
Son yıllarda, 2006-2013 arasında Çin’in küresel rekabetçilik endeksi sıralamasındaki yeri birçok alanda yukarıya doğru tırmanmış. Örneğin, Çin kurumsal alanda 75. sıradan 47. sıraya yükselmiş. Bu veriler aynı dönem için Çin’in eğitim ve sağlık alanında 80. sıradan 40. sıraya, emek piyasası etkinliği alanında 54. sıradan 34. sıraya, mali piyasalar alanında119. sıradan 54. sıraya, yaratıcılıkta 38. sıradan 32. sıraya yükseldiğini gösteriyor. Tüm bu gelişmelere karşın yeni teknolojilere hazır olma alanında 69. sıradan 85. sıraya düşmüş olması, Çin’in hâlâ yeni bir sermaye birikimi modeli (bu yeni bir emek süreci, verimlilik artışı anlamına geleceğinden) üreterek kapitalizmin yapısal krizinden çıkışa öncülük etme noktasından uzak olduğunu düşündürüyor.
Yazarlar ABD ekonomisinin, “mali krizden çıkarken” bir “seküler durgunluğa” girmesine, AB’nin hâlâ resesyonda olmasına dayanarak yukarıda aktardığım değişimin, verili kurumsal düzeni, kuralları zorlamaya devam edeceğini savunuyorlar. Ben de buradan, Batı merkezli hegemonya düzeni sert pazarlıklara sahne olacak, dağılmaya devam edecek sonucunu çıkarıyorum.
Bu pazarlık ve dağılma sürecinin üç önemli, çoğu kez birbiriyle kesişen özelliği daha şimdiden (Bkz: Son örnek: Ukrayna) kendini gösteriyor: Büyük güçler arası sürtüşmeler, yükselen milliyetçilik ve kitle eylemlilikleri.
AB üyeleri arasındaki ticari bağlar zayıflamaya devam ettikçe Birliğin kurallarına uymak, halklara, özellikle kriz içinde daha da ağır gelecek. Bunu, şimdiden sağ popülist, AB’ye karşı milliyetçilik kartını kullanan, ırkçı partilerin artan oy oranlarında görmek olanaklı. AB halklarının tepkileri yalnızca seçimden seçime sağ popülist partilere kaymakla kalmıyor, sık sık kendiliğinden kitle eylemleri, protesto gösterileri, daha düzenli grevlerle de patlak verebiliyor. Bu iyi tanımlanmamış, örgütsüz protestolar sol gruplara olduğu kadar sağ gruplara da eylem, çalışma alanı sunuyor.
Hem genel olarak dünya düzeninin kurumları hem de özel olarak birçok Batı ülkesinde düzenin meşruiyetini koruma kapasitesi giderek zayıflıyor... Buradan bir “olay” çıkar mı?  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları