Silivri’ye...

16 Kasım 2016 Çarşamba

Bugün ABD’de Cumhuriyetçi Parti’nin adayı Donald Trump’ın başkan seçilmesiyle gerilen Avrupa Birliği’ni ve Türkiye ile ilişkilerin de gündem başlıkları arasında bulunduğu Brüksel toplantısını yazacaktım. AB’nin bir vakitler yatırım yaptıkları Türkiye’yi yöneten siyasal İslamcılar karşısında biçareliğini... En başta sığınmacı krizi ve Geri Kabul Anlaşması’nın çöpe gitmesi çıkarlarına halel getireceğinden, çizgiyi “idam cezasında” çekip kalıvermelerini...
Yazmak “bizim türümüz” için tek çareyken insanın bazen analize ne eli ne yüreği varır. Benim için de öylesi bir gün oldu.

***

Cumhuriyet gazetesinin 11 gündür tutuklu bulunan 10 yazar ve yöneticisine istedikleri kitapları vermeyerek -cezaevi koşullarında kim bilir hangisi bulunan kütüphaneden almak da ıstıraplı bir süreç- akılları sıra “elit işkencesinden” geçirdiklerini öğrendim. Talep ettikleri ve ailelerinin götürdüğü kitaplar geri çevrilmiş. OHAL koşullarında kitaptan daha tehlikelisi olabilir mi zaten!
Aklıma bir an Ray Bradbury’nin distopyasından uyarlanan François Truffaut’un 1966 tarihli meşhur “Fahrenheit 451” filmi düştü. Kitap okumanın, insanları bilgilenmeye, düşünmeye, sormaya, sorgulamaya ve hayal kurmaya sevk edeceğinden hareketle yasaklandığı totaliter dünyayı anlatır. Okumadığı kitapları yakma işinde olan itfaiyeci ile tanıştığı öğretmen komşusunun kitapların dünyasına girerek yaşadıkları serüveni...

***

Daha nice meslektaşımız gibi yazar arkadaşımız sevgili Aslı Erdoğan da 89 gündür tutuklu. Düşünmek ve yazmak dışında bir uğraşı yoktur, müebbetle yargılanıyor. Ondan da kitapların yanı sıra kâğıt-kalemi esirgediklerini aktarmışlardı.
Mürekkep yalamış insanlara en büyük işkencedir, tutsakken onları okumak istedikleri kitaplardan, kâğıttan-kalemden, bilmek, öğrenmekten, bildiğini düşündüğünü yazmaktan alıkoymak... Dolayısıyla yapılan özünde “ortaçağ işkencesinden” farksızdır.

***

Tek tesellimiz Cumhuriyet ailesinin tutsaklarına gazetemizin basılı nüshasını vermeye başlamış olmaları. En azından satırlarımızı okuyacakları ile teselli bulabiliriz. Bu da benim “açık mektubum” olsun...
Sevgili Murat; siz tutsak alındığınızda Bağdat’taydım. Aklım sizinle olsa da elden geldiğince sahadan yazı ve söyleşi geçtim. Senin telefonun diğer ucunda beni sürekli koşturur halde tutan heyacanının yokluğunu çektim. Gazetemiz “güvenlik kaygısıyla” çağırdığı için yarıda kesip dönsem bile cep telefonumda geride bıraktığım önemli bir röportajın “konfirme edildiği” mesajı var. Çıkınca sana göstermek için saklıyorum. Tekrar uğraşır, tekrar onaylatır, yapar yayımlarız.
Sevgili Kadri; odamızın kapısından heyecanla girip uluslararası meslek örgütü IPI üyeliğim için onore ederek yaptığın konuşman aklımdan çıkmıyor. Süreç tamamlandı, kartımı da cüzdanıma koydum. Şimdi hayatta didişip tartışmaktan en haz duyduğum meslektaşın olarak dönmeni bekliyorum.
Sevgili Bülent Abi; senin “deli müvekkile” yine dilini pek tutamıyor, bu yaştan sonra yapacak bir şey yok. Ayrıca hatırlatırım ki daha davamız da bitmedi. Dışarıya çıkacaksınız ve daha motosikletle Peru’ya gideceğiz.
Sevgili Önder Bey; en çok içime oturan Bağdat’tan dönüşte gazetedeki direnişçilere tek katkı olarak getirdiğim hurmaları kaçırmanız. Hatta sizin bahçeye ekilse tutar mı diye bile düşündüm, o derece! Artık çıktığınızda size özel getirteceğiz.
Sevgili Akın Abi; Cumhuriyet’e saldırı olduğunda yaptığımız telefon konuşmasında anlamıştım geri döneceğinizi. Nasılsa görüşeceğiz...
Ve tutsak edilmiş Cumhuriyet ailesinin diğer üyesi dostlarımız... Herkes Gülen cemaatiyle kol kola iktidara yürümüş olanların “Ergenekoncu” olarak suçladıklarını “FETÖ”cü yapmaya karar verdiklerinin farkında. Apaçık kötülük, yalan, iftira, ahlaksızlık karşısında dimdik duruyoruz. Okurlarımız her daim Cumhuriyet’in önünde. Enseyi karartmak yok. Cumhuriyet demek siz demek, sizleri almadan pes etmek yok.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

ABD’de darbe tehdidi 7 Eylül 2018
Zaharçenko darbesi 5 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları