Çiğdem Toker

‘Saati Plastik miydi?’

15 Mayıs 2014 Perşembe

SOMA - Kaç kez, hele bu topraklarda kim bilir kaç kez sınadı hayat:
“Koku”su duyulmadan bir felaketin büyüklüğünü, dilleri nasıl “lal edişini” anlamak imkânsızdır.
Soma’nın merkezinden çıkınca kıvrılarak tırmandığımız yolun, sinsi bir yavaşlıkla değişen kokusu, önce madenin varlığını haber veriyor. Havada asılı, kesif kömür kokusuna karışmış keder, birazdan göreceklerimizi haber veriyor.
TKİ tabelasını geçince, başka kentlerden otoübüsler dolusu taşınan çevik kuvvet ekiplerinin arasına karışıyoruz. Başbakan’ın protesto edilişinin üzerinden henüz yarım saat geçmiş.
Omuza, kola değen silahların metal soğukluğu, “ayaklanma korkusu”nu sonuna kadar hissettiriyor. Acılı ailelerin isyanını bağırarak evet sadece sesini yükselterek dile getirmesine bile tahammül yok.

***

Birkaç dakikalık yürüyüşün ardından ocağa inerken ortaya çıkan görüntü direncin sınırlarını zorluyor: Beyaz bir ip misali dizili ambulans ordusu...
Jandarma tok sesiyle yukarıdan bağırıyor:
“Gelen vaaar.”
Ocak başındaki kalabalığın her dalgalanışında, yüzlerdeki derin keder, çaresizlik ve zorla bastırılan öfkeden oluşan o sarsıcı ifadede, minicik bir umut ışığı yanıp sönüyor. Belli belirsiz...
Ve ardından hep o üç soru:
“Sarılı mı?” (Sarılı. Bir kat da yetmemiş. Üzerine battaniye örtülü.)
“Yüzü açık mı?” (Hayır. Yüzler öyle tanınmaz halde ki, ayrıca kapatılmış.)
“Saati var mıydı?”
Eğer “var” cevabı gelirse, bu kez “Plastik miydi, demir mi?” sorusu.
Madenin, “A panosu” denilen “sıfır kat”ında sıkışan evlatların, kocaların, yeğenlerin, amcaların, hayatta olup olmadığını öğrenme sorusu işte bu: “Saati plastik miydi?”
Kurtarma ekiplerinin yüzünde, sanki bu katliamda onların da sorumlulukları varmış gibi derin bir mahcubiyet. Acele adımlarla taşıyor “çıkan” sedyeleri, polisin maden ocağı ile ambulans arasında oluşturduğu kordonda...
Başörtülü genç bir kadın telefonda “Ben arama kurtarmanın çektiği fotoğrafları gördüm yavrum. Abini tanıyamazsın, baksan da bilemezsin.”
Bir diğeri, polis kordonuna acıyla dalan oğluna sesleniyor: Sebat et evladım.
Ve yine bir kadın, yarım saat içinde beşincisi çıkarılan cenazeye bakıp “Umutlar tükendi gariii, tükendi” diye inliyor.

***

Akşamdan bu yana çıkarılan cansız bedenlerin sayısı 300’ü aşmış.
Ortamdaki gergin sükût, ansızın patlıyor. “Katiller” diye avazı çıktığı kadar bağırıyor bir işçi yakını. Öteki köşeden “Sizin çocuklarınızın ölüsü de böyle çıkarılıyor mu?” diyor.
Ocağın ağzında bekleyen bir genç adam “Biz sizin gibi 20 bin lira maaş almıyoruz. Kümesten çıkan civcivler gibi çocuklarımızın ölülerini çıkarıyoruz. Ne yüzle geliyorsunuz buraya?” diyor. Protestoların hedefi Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, kimseyle göz göze gelmemeye çalışarak hızlı adımlarla iniyor basamakları.
Acılı ailelerin öfkeli haykırışları bir süre daha devam ediyor.
Gün batarken artık can değil, sadece “sedye” çıkarabilen “kurtarma ekipleri” vardiya değiştiriyor.
Lüks saat markası Philipp Patek’in belki de şirket tarihinde ilk kez “rüşvet” konulu açıklama yaptığı ülke olan Türkiye’de birkaç gün sonra, kömürleşmiş işçi bedenleri çıkarılıyor madenden.
Ve yoksul anneler şu soruyla tanımaya çabalıyor oğullarının cenazesini:
“Saati plastik miydi?”  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Hoşça kalın 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları