Aynı anda, iki ayrı zamanda...

27 Temmuz 2017 Perşembe

24 Temmuz 2017 Pazartesi günü, 12’si tutuklu (Akın Atalay, Murat Sabuncu, Kadri Gürsel, Güray Öz, Hakan Kara, Turhan Günay, Musa Kart, Önder Çelik, Bülent Utku, M. Kemal Güngör, Ahmet Şık, Emre İper) olmak üzere, 17 Cumhuriyet mensubu tutuklamalar başladıktan aylar sonra ilk kez duruşmaya çıktılar.
Onlar, adalet arayışındaki nöbetçi tutuklular ve nöbetçi mazlumlar olarak Çağlayan’da “Adalet” sarayı denen binada, ben de, İznik kıyısından İstanbul’a doğru yoldaydım.
Duruşmaya yetişemedim, ama gönlüm de, düşüncelerim de onlarla birlikteydi.
Onlar, yalnız kendileri adına değil, aynı zamanda bizim yerimize hapis yatıyorlar, bizim adımıza da adalet arıyorlardı.
Erdal Atabek’in pazartesi günkü yazısında da belirttiği gibi, bazılarımız için onların şu anda yaşadıkları bir “deja vu” idi.
Pazartesi Çağlayan Adliyesi’nde olmamakla birlikte, ne zamandır berabermişçesine Cumhuriyetçi arkadaşlarımın duygu ve düşüncelerini hissediyordum.

***

Salı günkü gazetelerde haber sütunlarında ve de Emre Kongar’ın köşesinde yansıyan Kadri Gürsel’in savunmasının nasıl hazırladığını, hangi duygular içinde duruşma salonunda dile getirildiğini çok iyi tahmin ettiğimi sanıyorum.
Türkiye’de barışı, demokrasiyi, özgürlüğü, eşitliği savunmuş olan, eli kalem tutan, düşünen, düşündüğünü dile getirenler arasında, yukarıda sözünü ettiğim “deja vu”yu yaşayanlar hiç de az değildir.
Zulüm dönemlerinde en güç iş, siyasi davalarda savunma yapmaktır.
Mahkeme salonu, her şeyin yerli yerine özenle yerleştirildiği bir tiyatro sahnesine benzer.
Oyunda yer alanlar da, salonda dinleyici olarak bulunanlar da, duruşmayı haberlerden izleyenler de bunun bir oyun olduğunu bilirler
Kendini savunan da bilir, kararın başka bir yerde verildiğini, ne derse desin, ne kanıt getirirse getirsin sonucun değişmeyeceğini.
Bu durumda insanın ilk aklından geçen, “Senaryoyu, biliyorum, ne yaparsam yapayım, ne söylersem söyleyeyim, sonucun değişmeyeceğini de... Ben bu oyunda yokum, bana biçilen rolü oynamıyorum; sizden de bir talebim yoktur, ne isterseniz onu yapın!” demek geçer.
Yazgısının bu rolü üstlenmek zorunda bıraktığı kişiler içinde bu repliği bir kerecik bile olsun aklından geçirmemiş bir tek kişi bile olduğunu sanmam.

***

Ama sanık sandalyesinde oturanların hepsinin aklından geçen bu düşünce bir iki istisna dışında yaşama geçmez, her şey, sanki o sahnede adaletin tecelli etmek olasılığı varmışçasına ciddiyetle yerine getirilir, savunma yapılır, beraat ve tahliye taleplerinde bulunulur.
Böyle olması çaresizlikten veya korkudan ya da adaletin belki bu kez tecelli edeceği konusunda bir nebzecik olsun, umut kırıntısı kalmış olmasından kaynaklanmaz.
Aslında durumu doğuran, aynı salonda aynı anda bir araya gelmiş olanların aynı anda aynı mekânda ayrı zamanları yaşıyor olmalarıdır.
Savunmayı yapan geleceğe seslenmektedir. Gelecek zamanı yaşamaktadır ve o zaman derinliği içinde, yapılan savunmanın da adalet arayışının da bir anlamı vardır.
Savunmayı yapan gelecek zamanda yaşarken, aynı anda aynı mekânda bulunan “günü dün ile başlayan” başkaları da, şimdiki zamanı, hatta genelde geçmiş zamanı yaşamaktadırlar.
Algılanması çok güç, müthiş bir durum söz konusudur.
Dram aynı anda aynı mekânda iki ayrı anı yaşayan insanların ve onların oluşturduğu insanlığın dramıdır.
Ben siyasi davaların savunmalarını hep bu gözle okudum, o davaları hep o gözle izledim. O zaman anlamsız görülen birçok şey anlam kazandı.
24 Temmuz günü, aklımdan geçen bunlardı.
Türkiye’de çok kişi bu düşünceleri paylaştı.
Çünkü Türkiye’de geçmişte çok kez bunlar yaşandı.
- Pazartesi ve izleyen günlerde ne oldu derseniz...
O konuda bir şey demeyeceğim. Ona tarih karar verecek.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İyi insan 19 Mart 2024
Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları