MÖ 495-406 yıllarında yaşayan Sophokles Yunan tragedyasının en önemli yazarlarındandır. Yazdığı bu tragedyanın başkişisi Oidipus, babasını öldürdüğü, annesiyle evlendiği için yazgının lanetine uğrar. Töreye aykırı bu durumlardan sonra kral olduğu Thebai’de yaşayamaz.
Zamanın söz bilenleri, kentin beladan kurtulup eski rahatlığına ermesini Oidipus’un kentten ayrılmasına bağlar. Gerçeği öğrenen Oidipus iğnelerle iki gözünü de kör eder, iki kızıyla birlikte Thebai’den ayrılınca kent belalardan kurtulur, eski günlerine döner.
Edebiyat, şiir, öykü, roman, resim, müzik gibi yaratı ürünü eserler, insanlık belleğinde unutulmaz izler bırakır. Tiyatro sanatının başyapıtlarından olan Kral Oidipus’tan da insanın gerçek yönünü yansıtan şu söz kalmıştır:
“Bir insanın sonunu görmeden ona mutluluğa ermiş demeyin!”
GEZİ PARKI OLAYI
Ülkemizde, aklına gelen, en verimli toprakların üzerine binalar kondurur. Bunu yaparken yüzlerce yıl, insanı gölgesiyle mutlu kılan ağaçları kökünden sökerken, doğanın verimsiz kılacağını, toprağı üretimsizleştireceğini aklının ucundan bile geçirmez.
O tür adamların amacı, o güzelim ortamı binalarla yaşanmaz hale getirmektir.
Gezi Parkı ağaçlarını kurtarmaya çalışanlar arasında, çocukluktan gençliğe geçeceklerin kanı vardır. Ne acıdır ki ağaçların kökünden sökülmesini önleyen doğa savunucuları bugün ömrünü hapishane karanlıklarında tüketiyor.
OLAYLARIN ETKİLERİ
Daha da acısı, büyük yerden buyruk alan polislerin püskürtükleri kirli sularla ıslanan genç öğretim üyesi hanımların giysileri kurusa da yüreklerindeki ıslaklık yaşamları boyunca ıslaklıklarını sürdürecektir.
Gecelerini parkta kurdukları çadırda geçiren öğrencilerimi görmeye gittiğimde onların gözlerinde ışıldayan sevinci, ömrümün güze eriştiği şu günlerde bile unutmayacağım. Oradan birkaç çadır ötedeki kadın, erkek gençlerin bakır tabaklardan, çatal, bıçak gibi gereçlerle oluşturdukları Anadolu ezgileri gözlerimi yaşartmıştı.
KADIN CİNAYETLERİ
Türk toplumunun derdi bitmiyor. Neredeyse binleri bulan kadın cinayetleri, sorunların başında geliyor. Geçim darlığının yarattığı gerilimler, birçok kadının doğurduğu bebeğinin sesini daha işitmeden onu çöplüklere attığını yazıyor gazeteler.
Gençler arasında dedesinden para isteyip alamayınca onu bıçaklarla delik deşik edenler bile var. Annelerini, babalarını öldürenlerin sayısı az da değil.
Onlar da belki yaşamları boyunca yıllarını hapishane karanlığında geçirecek, orada da son nefeslerini verecek.
TEMEL NEDENLER
Bir araştırmada şu sonuçlara varılmış:
“Cinsiyetçi toplumsal normların, yani erkek egemen zihniyetin hâkim olduğu ülkemizde, erkeklerin kadınların hayatına müdahale etme hakkına sahip olduğu düşüncesi bu toplumsal hastalığın temel nedenidir. Ne yazık ki bazı toplumsal inanç boyutu ile Türkiye’de aile yapısı, eşitliğe dayalı değildir ve bu da kadın cinayetlerinin en temel nedenidir. Ülkemizde eğitim düzeyi düşük kesimlerde, kadınların eşit eğitim hakkını kabul etmeyen cemaat ve tarikat gibi merkezlerde kadınlara yönelik şiddet ve cinayetler daha fazladır. Ayrıca, işsizlik ve fakirlik oranı yüksek bölgelerde kadın cinayetleri daha sık görülmektedir.”