2008’de “laikliğe aykırı fiillerin odağı haline geldiği” gerekçesiyle hüküm giymiş bir partinin iktidarını yaşıyoruz halen. Niçin? Neredeyse 17 yıldır cumhuriyetin temel ilkelerine karşı bir parti tarafından niçin yönetiliyoruz?
Eskiden bu sorunun tek bir yanıtı vardı; AKP seçim kazanıyordu ve seçimler ona bir meşruiyet zemini sağlıyordu. Ancak yıllar ilerledikçe bu zemin de ortadan kalkmaya başladı; önce Haziran 2015 seçimlerinde AKP iktidar gücünü kaybetti. Bundan sonra henüz tarihin apaçık şekilde kaleme almadığı gerçeklerle 5 aylık acı bir süreç yaşandı; seçimler tekrarlandı ve Kasım 2015’te AKP iktidar gücünü yeniden eline aldı. Denebilir ki, bu süreçte bile yegâne meşruiyet zeminini korumayı başardı AKP, çünkü yine seçim kazandı. Ancak 2017’deki rejim değişikliğini içeren referandumun mühürsüz oylarla onanması artık bu meşruiyet zeminini de kaldırdı. Ülkece seçimlerin güvenliğinden sorumlu YSK’nın görevini yerine getirmediğine yönelik kuşkularımız bu tarihte giderek arttı. Ki sonrasında 2019 yerel seçimlerinde aynı zarfa atılan pusulardan birinin geçerli birinin geçersiz kabul edilip İstanbul seçimlerinin tekrarlanması artan bu kuşkularımızın bir kuşku değil bir gerçek olduğunu gösterdi bize. Artık AKP ve zamanla kendisine eklemlenen şürekası yegâne meşruiyet zeminini de kaybetmişti. İşte o tarihten bugüne artık hiçbir meşruluğu olmayan bir iktidar tarafından yönetiliyoruz.
Peki meşru olmayan bir iktidar nasıl olur da bir ülkeyi yönetebilir? Bu acı sorunun yanıtı muhalefete işaret ediyor. Çünkü en az 2015’ten beri ve bilhassa da 2017’den beri muhalefetin meşrulaştırmasıyla varlığını sürdüren bir iktidarla yaşıyoruz.
Muhalefet bunu nasıl yapar? diye sorabiliriz ama asıl acı sorumuz muhalefetin bunu neden yaptığıdır! Meşru olmayan bir iktidar muhalefet eliyle neden meşrulaştırılır? Bu sorunun yanıtını tarih verecektir. Ancak nasıl yaptığı sorusuna yanıt verebilir haldeyiz yıllardır!
En başta AKP iktidarı boyunca ana muhalefet partisi olan kurucu parti, şimdilerde durup durup vaktinde yapmadığı açıklamaları yapan eski genel başkanı Kılıçdaroğlu zihniyetiyle yaptı bunu. İlk başta, AKP iktidarının cumhuriyet karşıtı icraatlarına karşı tarihinin en büyük tepkisini gösteren Gezi Direnişi sonrasında eksiksiz mobilize olmuş seçmen kitlesinin önüne Ekmeleddin İhsanoğlu’nu aday koyarak yaptı bunu. Sonra 2015’te kendisine verilmeyen hükümet kurma görevine karşı doğru bir tepki vermeyerek yaptı. 2017’de mühürsüz oyları susarak onaylamasıyla yaptı. Ve daha nicelerinden başka en nihayetinde 2023’te çoktan kazanılmış bir seçimi kaybederek yaptı bunu! Her durumda muhalefet seçmenini sokaktan uzak tutarak ve iktidarın yasallık zeminini tahrip etmesine her seferinde ses çıkarmayarak yaptı!
Elbette ana muhalefet bu haldeyken ne ölçüde muhalefet ne ölçüde iktidar ortağı oldukları belli olmayan diğer muhalif partilerin etkileri de hiç az olmadı bu süreçte. Kuşkusuz AKP iktidarının verdiği zararlar kadar böyle bir iktidar karşısında duramayan muhalefet de tarih önünde hesabını verecektir.
Yasallık zemininin tahrip edilmesi çok zararlı toplumsal sonuçlara yol açar. İşte şimdi hiçbir yasanın, hiçbir hukuk ilkesinin işlemediği bu sonuçları yaşıyoruz! Öyle ki karşıdevrimden bile daha fazlası bu; korkunç bir faşizm tehlikesinin bir adım önündeyiz!
Şu an kurucu partinin başında Kılıçdaroğlu bulunmuyor, ancak onun zihin yapısının “normalleşme” yaklaşımıyla devam ettiğine tanık olduk. Kayyımlar sonrasında bu zihniyetten vazgeçilmişe benzese de halen bu zihniyete karşı yeterli mesafe konamamış durumda. Çünkü artık adayın açıklanıp ülkenin derhal seçimlere götürülmesi gerekiyor. Ve deyim yerindeyse adayın yarın değil bugün açıklanması gerekiyor ve adayın da Ekrem İmamoğlu olması gerekiyor. İleride İmamoğlu’nun nasıl bir cumhurbaşkanlığı yapacağı önemli bir konudur, ancak şu anımız için asla öncelikli bir konu değildir! Şu anımız için öncelikli olan tek şey artık hiçbir meşru zemini kalmayan bu iktidar ve şürekasından kurtulmaktır.
***
Ülkemizin geleceği toplumsal ve politik güçler arasındaki mücadelenin önümüzdeki süreçte alacağı şekle bağlı. Bu süreçte tüm tedirginliklerimizi uyanık tutmalı ve laiklik, demokrasi, anayasa ve yasallık zemini yani meşruiyet meselelerinin yorgun birer konuya dönüştürülmesine asla izin vermemeliyiz. Zinde olalım, sol ilaçlarımızı almaya devam edelim.