Aslı Aydıntaşbaş

Batı’ya nasıl laf anlatılır

03 Ağustos 2016 Çarşamba

15 Temmuz darbesiyle ilgili Türkiye ve Batı medyası arasındaki söylem farkı, dikkat çekici. Batı, özellikle de Batı basını, başından beri darbe sonrası Ankara’nın açıklamalarına kuşkuyla bakıyor ve darbe sonrası sürecin getirdiği demokratik daralmaya odaklanıyor. Ankara ise Gülen cemaatine odaklanmış durumda ve Batı basınında çıkan yazılara öfkeleniyor. Aradaki kopukluğa ben de birkaç vesileyle şahit oldum.

Avrupalı gazeteci ve bürokratlara 15 Temmuz’u anlatırken konu Gülen cemaatinin asker ve sivil bürokrasideki varlığı ve 15 Temmuz’daki rolüne gelince, ağzımdan çıkan ifadeleri kuşkuyla dinlediklerini gördüm. Karşımdakiler, masal anlattığımı düşünüyor. Sık sık darbenin bir kurgu olup olmadığını soruyorlar. Ama neden biliyor musunuz? Türkiye’de yaşananlar o kadar çılgınca ki, bir Batılının kavramsal olarak bu kadar gizem ve komplo içeren bir tabloyu algılaması mümkün değil.

Düşünsenize Genelkurmay Başkanı’nın özel kalemi, Erdoğan’ın 6 yaverinden 5’i, sivil imamlar, okullar, dolarlar, 20 yıl kendini gizleyen uyuyan hücreler, yok efendim duvara bakıp namaz kılmalar, çalınan sorular, uyduruk davalarla devlette yapılan tasfiyeler, 30 yıla yayılan dev bir gizli yapı... Batılıya bunlar uçuk geliyor. Siz şimdi Türkiye değil Afrika’daki X ülkesinden söz ettiğimizi varsayın. Birileri bunları söylese, kolay inanır mıydınız?

O yüzden Batı’ya çok kızmanın anlamı yok. Gülen cemaatinin devlet içindeki örgütlenmesini anlamak için kullanabilecekleri bir referans yok. Opus Dei, İllimunati, Haşhaşiler gibi örnekler kullanılıyor. Ama Batılı için bunlar “gerçek” değil; roman ve komplo teorilerinin malzemesi. Gerçek Opus Dei, Da Vinci Şifresi’nde Dan Brown’ın hayal ettiği gibi güçlü bir tarikat değil; binası, ismi, cismi olan ve hayli önemsiz bir dini tarikat. Nihayetinde Batı’nın tarihinde anlatmaya çalıştığınız bu gizli yapılanmaya benzer bir sosyolojik referans da yok. Haliyle insanlar sizi kuşkuyla dinliyor.

Bir de üstüne Tayyip Erdoğan’la ilgili Batı kamuoyundaki algının zaten ne kadar negatif olduğunu eklerseniz, 15 Temmuz’un hikâyesini “Oldu canım... hı-hıh” edasıyla dinliyorlar. Bunu iki şekilde aşmak mümkün. Reklam jargonuyla anlatayım. Birinci seçenek, yeni bir “hikâye” yaratın. Batı kamuoyunda yerleşik eski hikâye, “Otoriter rejim, otoriter lider.” Şaşırtıcı bir demokrasi hamlesi yapın. (Ama tabii gerçek olmak durumunda.) Bu hikâyeyi, “küllerinden doğan bir demokrasi” hikâyesine dönüştürün.

Bu anlamda Erdoğan’ın kendisine yönelik davaları geri çekmesi akıllıca bir adımdı; ama asla yeterli değil. Yeni bir “story” lazım. “Yine bozuk plak gibi aynı şeyi söylüyorsun” diyeceksiniz ama... Yaratabileceğiniz en akıllıca “hikâye” yeniden Kürtlerle barış sürecine dönmek olur. İşte bu tüm dünyada gerçekten ezber bozan yeni bir story olur.

İkinci tavsiyem, eğer derdiniz cemaati anlatmaksa, “hükümet dışı” insanlardan yardım alın. Kastettiğim halkla ilişkiler şirketleri değil. İlker Başbuğ, Hanefi Avcı gibi ağırlığı ve kredibilitesi olan ve doğrudan cemaat mağduriyeti yaşayanlar, Batı kamuoyunda en etkili isimler olur. Başbuğ’un Batı, NATO ve ABD, Hanefi Avcı’nın ise Interpol’den FBI’a kadar tüm istihbarat camiasında bir ağırlığı var. Bırakın onlar kendi hikâyelerini istedikleri gibi anlatsın. Bırakın arada iktidara sitem de etsin; yapılması gerekenler konusunda kendi fikirlerini anlatsın. Herkesten daha etkili olurlar.

Aynı şekilde İzmir’deki Askeri Casusluk davası ya da Ali Tatar’ın ailesi gibi yüzlerce mağdur var. Onları dünya medyasıyla buluşturun. En azından şunu biliyorum. Hükümetin kendi söylemlerinden daha etkili olur. İçinde kadın olmayan, HDP olmayan, Milliyetçi- Cephe kıvamındaki Meclis komisyonlarını Avrupa ya da ABD’ye göndermekten de daha başarılı olacağından eminim.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yaklaşan facia 6 Eylül 2018
Bu mu devlet aklı? 26 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları