Ayşe Emel Mesci

Diktatörler ve fareler

25 Eylül 2017 Pazartesi

Vsevolod Meyerhold’un tiyatrosu 1935’te Stalin rejiminin kurduğu “özel komite” tarafından kapatıldığında, ünlü İngiliz tiyatro yönetmeni Gordon Craig çok sert bir yazı kaleme almış ve şu dikkat çekici ifadeleri kullanmıştı: “Bir özel komitenin Meyerhold’un Sovyet tiyatro dünyasında çalışıp çalışamayacağına karar vereceği açıklanıyor (...) Bu duyduğum en aptalca açıklama, çünkü hiçbir komite (...) bir deha olan Meyerhold hakkında hiçbir karar veremez (...) hiçbir hükümetin hiçbir zaman bu derece büyük aptallıklar yapmadığını çok iyi biliyorum. Bu işler, kendilerini yok edecek avcı kedilerin bulunmadığı yerlerde kaynaşıp duran farelerin başının altından çıkıyor. Moskova’da kedi yok ve bu kaygı verici.”
Craig’in saptamasının ne yazık ki sadece “fareler” ile ilgili bölümü doğruydu, “evi” gasp eden diktatörün “kediler”i de kafeslerine kapatacak gücü bulduğunu o sırada henüz fark edememişti.

Sızma
Otoriter rejimlerin belirleyici özelliklerinden biri de toplumu liyakat açısından özürlü hale getirmeleridir. “Fareler”i cesaretlendiren, işini iyi yapmanın değil merkeze yakın durmanın yeterli olabileceğini fark etmeleridir. O zaman yakınlıklar kurmak bir sızma aracı haline gelir. Kayırmacılık ve himaye ilişkileri, lobiler böyle şekillenir. Bir “hami”nin çevresinde öbeklenenler sadece biat ederek hayatlarını sürdürme olanağını bulurken “hami”ler de etraflarına topladıkları kalabalıkla ana güç merkezine, iktidara yaklaşmaya, yer kapmaya uğraşırlar. Ortaya, üretim ve yeniden üretimin değil, ilişkiler üzerinden yer kapmanın kural olduğu, parçalanmış bir toplum manzarası çıkar.
Pre-modern toplumlar, diktatörlükler, otoriter rejimlerde ortak olarak gözlemlenebilen bu olguya, siyasal ve entelektüel yaşamda yer edinebilmiş “-izm”ler çevresinde de rastlanır. Her “-izm”in bir “mukaddime” dönemi olur. Fikirler canlıdır, içleri henüz boşaltılmamış, yaşamdan kopuk boş hamaset malzemesi haline getirilmemişlerdir. Sofokles’in “Antigone”sini eleştiren Hölderlin’in altını çizdiği gibi, sözler ifade ettikleri kavramlara çok daha yakındır, onların ateşini yansıtmaktadırlar. Sonra sel gider, kum kalır. “Devrim” ateşi küllenir, fikirler “meta”, kahramanlar “ikon” olur, her “-izm”in tüccarları türer, “hamaset” satıp yer kapmaya bakarlar. Sattıkları fikir iktidardaysa “statükocu”, değilse “protest” takılırlar, ama işin özü değişmez; onların “evinde” de liyakat geçmez; önemli olan kurulu düzenin sürmesi, dükkânın açık kalmasıdır. Fareler sadece iktidar çevresinde değil, bu zihniyetin geçerli olduğu her yerde cirit atar. Ne yazık ki “her yer” memleketimizde çok geniş bir yüzölçümüne sahiptir.

*

25 Eylül Pazartesi akşamı, Ahmet Şık, Kadri Gürsel, Murat Sabuncu, Akın Atalay ve Emre İper’in tahliye edilip aileleriyle, dostlarıyla kucaklaşacaklarını umuyorum.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Buzdağının altı 4 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları