Ayşe Emel Mesci

Hayaletler yaratmak

04 Mart 2019 Pazartesi

Dünya Kadınlar Günü, 8 Mart yaklaşıyor. Bir ara “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” dememek pek hoş karşılanmazdı, sanki emekçi olmayan kadınlar ezilmiyormuş, her alanda ikinci plana itilmek istenmiyormuş gibi… Acı yarıştırmanın uzun bir tarihi var bizim memlekette.
Ankara Devlet Tiyatrosu’nda temelinde kadın sorunu yatan iki oyun izledim peşpeşe. Türlerin farklılığına karşın öyküleri arasındaki bazı benzerlikler şaşırtıcıydı. Bu koşutluk kadın sorununun evrenselliğinden kaynaklanıyor.

Sevda Dolu Bir Yaz
“Sevda Dolu Bir Yaz” Füruzan’ın aynı adlı öyküsünden, Eray Eserol’un tez çalışması olarak oyunlaştırdığı ve yönettiği bir eser. İstanbul’da Kozyatağı’nda bir köşkte “besleme” olarak yaşayan annesi, evin “küçük bey”inin kaçamağına kurban gidince dünyaya gelen ve köşkte istenmeyen bir kız çocuğunun dört kuşaklık hikâyesi. Dört kuşaklık, çünkü hem “büyük hanım”, yani çapkın babanın annesi ve köşkteki ailenin “aristokrat” lideri, hem babası, hem de kendi kızı buluşuyor aynı öykünün içinde.
Bu öykünün temel noktası “istenmeyen”, “meşru sayılmayan” bir çocuk sahibi olan kadının dışlanması, kız çocuğunun ise babasından koparılarak köşkten gönderilmesine karşın, kendi kimliğini o köşkle ve onun temsil ettikleriyle tanımlamaya devam etmesi. İnsan ilişkileri ince ince örülmüş, çizilen karakterlerin sahiciliğiyle melodram tuzağına düşmeyen, usta işi bir öykü. Oyunlaştırmadaki tercih de çok doğru. Eray Eserol iki oyuncu üzerine kurgulamış “Sevda Dolu Bir Yaz”ı: Anne (babasından koparılan kız çocuğu; Şeyda Akova) ve onun kızı (Yaprak Selin Onat). (Oyuna sinevizyonla “Besime Kalfa” olarak katılan Ayşe Akınsal’ı da unutmamak gerek.) Anne ve Kız, yıkılan köşkün yerine yapılan apartmana gelince, pek çok kişiliği “psiko-drama” tekniğini de hatırlatan bir şekilde birinden diğerine geçerek oynayıp bütün bir kişisel tarihi canlandırıyor, kâh çatışıp kâh uzlaşıyorlar. Akova ve Onat tam bir ekip çalışması sergiliyor, gereksiz bir yabancılaştırma yaratan dekora rağmen sahnede enerjiyi sürekli devindiriyorlar. Şeyda Akova’nın ölçülü oyunculuğu ayrıca dikkat çekiyor.

Siyahlı Kadın
“Siyahlı Kadın”, bir “korku tiyatrosu.” Oyun stratejisinin amacı, insanın temel dürtülerinden biri olan korku ve dehşet tellerini titreştirmek. Susan Hill’in aynı adlı korku romanından Stephen Mallatratt’ın yaptığı dahiyane oyunlaştırma, Ayşe Berktay Hacımirzaoğlu’nun mükemmel, su gibi akan çevirisiyle dilimize kazandırılmış, Mesut Turan tarafından sahneye konmuş. Karşımızda yine bir köşk var. Ama bu kez İngiltere’nin ücra bir köşesinde, Yılanlı Bataklık diye bilinen, sık sık sislerle kaplanan bir yörede. Bu köşkte de yine bir kadın trajedisi yaşanmış. Ev sahibesinin kız kardeşi “meşru sayılmayan”, dolayısıyla “istenmeyen” bir çocuk sahibi olunca evden uzaklaştırılmış. Ekonomik gücü de olmadığı için çocuğunu ablasına ve eniştesine evlatlık olarak vermek zorunda kalmış. Gerisi ölüm, hınç, korku… Bir hayalet öyküsü… Bu oyunlaştırma da iki oyuncu üzerine kurulu, ama bu defa iki erkek anlatıyor yaşananları: Bay Kipps (Erdinç Doğan), Aktör (Kutay Sungar). “Korku tiyatrosu” “timing”leri, ışık, dekor ve özellikle de “Siyahlı Kadın”ın (Nazlı Özdemir) kullanılışındaki kimi eksiklikler bir yana, hem mükemmel bir ekip oyunculuğu, hem de özellikle Kutay Sungar’dan tam bir oyunculuk gösterisi izledim ve Londra’daki orijinal versiyonu da izlemiş bir seyirci olarak gurur duydum. (Bence bu oyun tiyatro bölümlerinde ders olarak çalışılmalı.)
Üstelik Mesut Turan’ın rejisinde olayın altındaki kadın sorunu, “hayaletlerin nasıl yaratıldığı” meselesi oyunun sonunda Londra’dakinden çok daha net bir biçimde çiziliyor.
Hayaletler yaratmayın, yoksa sonuçlarına katlanırsınız.
8 Mart Dünya Kadınlar Günümüz şimdiden kutlu olsun.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Buzdağının altı 4 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları