Ayşe Emel Mesci

Manzarayı değiştiren bakış açısıdır

11 Kasım 2013 Pazartesi

BÜTÜN SORUN NEREDE DURDUĞUNUZ VE HANGİ YÖNE BAKTIĞINIZDIR
Tiyatro ilginç bir sanat dalı. İnsanı bir yolculuktan diğerine sürüklüyor. Kâh kendi topraklarınızda, kâh yabancı diyarlarda serüvenden serüvene koşar gibi hissediyorsunuz kendinizi bazen. Elinizdeki metin bugünden olduğu gibi uzak bir geçmişten de seslenebiliyor size. Zaman ve mekân sınırı tanımayan bir yolda yürüyüp duruyorsunuz.
Yaratılacak sahne estetiği açısından belli tercihleriniz, ön kabulleriniz, yılların içinde şekillenmiş kendinize özgü bir diliniz olsa bile, her oyun çalışmasının, hatta bir çalışma içindeki her provanın belirlenmiş her şeyi bir anda değiştirebilecek kıvılcımlara gebe olduğunu biliyor, seziyorsunuz.

Yaratıcı düşünce ve tiyatro
Sürekli bir ilişki sanatı tiyatro. Metinle sahne, çalışanlar, farklı çağlar, farklı coğrafyalar, farklı kültürler arasında hiç bitmeyen etkileşimlerin potası. Bunun yanı sıra belirli bir çağda ve belirli bir sosyal çerçevede üreten sanatçının içinde yaşadığı toplumla olan alışverişinin belki de en dolaysız şekilde yansıdığı sanat dalı.
Çünkü antikçağa ait bir metin veya bir Shakespeare oyunu bile söz konusu olsa, sonuçta tiyatro sanatı bugüne dair sözünü de mutlaka söylüyor. Sahnenin seyirci ile olan üretken ilişkisi içinde, yüzlerce yıl uzaktan gelen bir replik bugüne, bize ulaşıyor, geçmiş bize bugünden sesleniyor.
Tiyatro, insan aklını, yaratıcılığını geliştiren temel sanat dallarından biri. Bu yaratıcılık, tiyatro sanatıyla uğraşanlar için olduğu kadar, belki onlardan da çok tiyatroyu izleyenler açısından geçerli. Bu nedenle tiyatro seyirciyle birlikte var oluyor, tiyatroyu seyirci var ediyor.
Hep düşünürüm, insan aklını, sorgulama, farklı kültürleri, zamanları karşılaştırma, hissetme yeteneklerini bu denli geliştirebilen bir sanat dalından eğitimde niçin gereğince yararlanılmaz? Sadece tiyatro eğitimi veren okullardan söz etmiyorum; doğrudan temel eğitim içinde tiyatroya niçin daha öncelikli, önemli bir yer ayrılmaz? Bırakalım her şeyi bir yana, tarihi, coğrafyayı, felsefeyi, düşünce tarihini daha eğlenceli ve yaratıcı bir şekilde öğrenmenin bir yolu olarak, tiyatro niye akla gelmez?
Herhalde bu sorunun yanıtı, simgeler üzerinden çatışmayı neredeyse gelenekselleştirmiş bir toplum yapısı içinde, farklılıkların ifadesine tahammül edilememesinde, sorgulayıcı düşünceden pek hoşlanılmamasında yatıyor.

Kurucu kuşak ve tiyatro
Oysa Cumhuriyeti kuranlar, en başta da Mustafa Kemal Atatürk tiyatro ve genelde sahne sanatları konusunda her zaman tercihli ve destekleyici olmuşlardı. Ödenekli tiyatroların kurulmasına ve gelişmesine önayak olmuşlar, destek vermişler, sahne sanatlarının çeşitlenmesinin önünü açmışlar, operanın, balenin var olmasını sağlamışlar, bu kurumlarda çalışacak sanatçıların yetişeceği okulları kurmuşlar, gerektiğinde yurtdışından ustalar, eğitmenler getirtmişler; bunlarla da yetinmeyip temsilleri, konserleri, resitalleri izleyerek desteklerini hem sanatçıya, hem de topluma hissettirmişlerdi.
Çünkü bu faaliyetlerin hepsi, onların kafasındaki toplum projesine uygundu, hatta o proje açısından vazgeçilmez unsurlardı. “Tiyatro için bu kadar masraf etmeye değer mi? Opera ve bale bizim kültürümüzde var mı?” sorularının akıllarından bile geçtiğini sanmıyorum.
Bütün sorun nerede durduğunuz ve hangi yöne baktığınızdır. Manzarayı değiştiren, bakış açısıdır.

>Cumhuriyeti kuranlar, en başta da Mustafa Kemal Atatürk tiyatro ve genelde sahne sanatları konusunda her zaman tercihli ve destekleyici olmuşlardı. Ödenekli tiyatroların kurulmasına ve gelişmesine önayak olmuşlar.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Buzdağının altı 4 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları