Ayşe Emel Mesci

‘Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var’

09 Şubat 2015 Pazartesi

Ataol Behramoğlu 50. sanat yılını kutladı

Ödenmiş bedellerin içinde, üstelik ortak bir üretimle şekillenmiş dostluklar insan yaşamında kalıcı izler bırakıyor. 50. sanat yılını kutlayan sevgili arkadaşım Ataol Behramoğlu da hayatımda iz bırakanlardandır.
 
“Karadeniz / ıssız, karanlık / bir
 denizdir, tasalı / kırgın. / Ve bir göl gibi / sıkışıp kaldığı / karaların / kıskacında / bunalmış gibidir.” 

1986 yılında bu dizeleri okuduğumda, şair benim ruh halimi anlatıyor izlenimine kapılmıştım. Sürgündeydim, geride 12 Eylül karanlığı sürüyordu. Yurtdışına çıkmak zorunda kalmış binlerce sürgün gerideki karanlık ile Avrupa’da yaşadığımız köklerinden koparılmışlık duygusu arasında sıkışıp kalmıştık.
Şair de sürgündeydi, aklımdan bir daha hiç çıkmayan o “Karadeniz” dizeleri Ataol Behramoğlu’nun “Mustafa Suphi Destanı”nın açılışını oluşturuyordu.

Mustafa Suphi Destanı
Daha önce şiirlerinden, 1970’li yıllarda, İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda dramaturgluk yaptığı dönemden beri de şahsen tanıdığım Ataol Behramoğlu ile yollarımız 1987’de, ikimiz de sürgündeyken “Mustafa Suphi Destanı” ile kesişti yeniden.
Ödenmiş bedellerin içinde, üstelik ortak bir üretimle şekillenmiş dostluklar insan yaşamında kalıcı izler bırakıyor. 50. sanat yılını kutlayan sevgili arkadaşım Ataol Behramoğlu da hayatımda iz bırakanlardandır.
Yurtdışında kurduğumuz Halk Oyuncuları’nın 5. yılında “Mustafa Suphi Destanı”nı sahneye koymuştum. Şiir sahnelemek konusundaki ilk deneyimdi bu ve kimi zaman Meyerhold tekniklerini kullanarak, kimi zaman el yordamıyla ilerleyerek bulduklarım sonradan yürüyeceğim yolda önemli kilometre taşları olmuştu. 1987’de Stockholm’ün en eski tiyatrolarından Södra Teatern’de, daha sonra 1987-88’de Fransa’da, Hollanda’da, Almanya’da oynadığımız “Mustafa Suphi Destanı” en sonunda 1989’da Avignon Festivali’nde sahnelenen ilk Türkçe oyun olarak da tarihe geçti.

50. sanat yılı
Ataol Behramoğlu 50. sanat yılını kutladı. 1965-2015… Arada geçen elli yılı hem ülkemiz hem Ataol açısından düşününce ortaya çıkan tablo, bence şairin şu tek dizesinde özetlenebilir: “Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum…”
 Zaten Ataol çoğunlukla dingin akan, ama zaman zaman heyecanlanıp kanatlanan ve hep bir ritmi olan konuşması içinde de böyle usta dizelerin, damıtılmış cümlelerin insanıdır. Günlük hayatın içinde de onun zihninde ayrı bir imbik çalışır sanki, günceli, sohbeti, bir nehri, bir denizi, bir çocuğu, hareketi, durgunluğu süzüp dizeye dönüştürmek için uğraşan bir imbik… 

“İçimde yaralı bir aşk” der Ataol, “Ben ölürsem akşamüstü ölürüm” der, “Beyaz, ipek gibi yağdı kar” der, 12 Eylül’ün ardından “İnsan seslerine tutunarak ilerliyorum” der, sürgün sıkıntısı içinde “İki Ateş Arasında Kalmak” der, “Bebeklerin ulusu yok” der. 
“Mustafa Suphi Destanı”nı Paris’te oynadığımızda, Mikis Theodorakis’in sahneye çıkıp Ataol’u, beni, oyunun müziklerini besteleyen Tahsin İncirci’yi kucaklayışını, sonra da yumruğunu kaldırıp seyircileri selamlayışını unutamam. Ataol, “Mustafa Suphi Destanı”nı Avignon Festivali’nde göremedi, çünkü Türkiye’ye dönmüştü. Benim dönüşüm 1993’ü buldu.
Aradaki o dört yılda dünyanın çehresi değişmişti. Türkiye de 12 Eylül’ün ardından bırakmak zorunda kaldığım memleket değildi artık. Üstelik, kendimi ülkemde de sürgün gibi hissetmeme yol açan bir süreçten geçmiştim. Ataol bunları nasıl yaşadı tam bilemiyorum ama sonuçta gelecek tasavvurlarımızda, daha eşit, daha paylaşımcı ve daha insanca bir dünya özlemimizde direndik.
Ve Ataol dizesindeki gibi yaşadı bu elli yılı, dolu dolu yaşadı, inandığı dünya adına, inandığı gelecek adına üretti, şiir yazdı, okudu, şiir yazdı, konuştu, mücadele etti, şiir yazdı, bedel ödedi, şiir yazdı: “Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var: Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına...” 
İyi ki varsın Ataol, iyi ki “üzgün yurdumuz, güzel yurdumuz” için mücadele edip şiir yazmaya devam ediyorsun...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Buzdağının altı 4 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları