Barış Terkoğlu

Bağıra bağıra geldiler

15 Temmuz 2019 Pazartesi

Cinayeti gördük. Katil, bıçağını gözlerimizin önünde biledi. Maktulü, sokaktakilere sorarak buldu. Bütün bunlara rağmen yerde yatan cesede bakıp hepimiz çok şaşırdık. Birkaç gün ağladıktan sonra da neden ağladığımızı bile unuttuk.
Hatırlayın, geçen hafta 176 asker hakkında yakalama kararı verildi. Savcılık “Sözde TSK sorumlusu Adil Öksüz tarafından aşağıya doğru silsile yoluyla talimat verilmesi” diyordu. Yakalanıp serbest bırakıldığı için örgütü yukarıdan aşağıya çözme fırsatını kaçırmıştık. Aşağıdan yukarıya çözmeye çalışıyorduk.
Dün, “acaba şu an ne yapıyor” diyerek eski savcı Cihan Ergün’ü aradım. Darbenin hemen ardından Adil Öksüz’ün iki kez tutuklanmasını istemiş, reddedilmişti. Yetmemiş, kaçan Öksüz’ün peşine düşmüş, Sakarya’daki odasını bastırmıştı. Ama kuş çoktan uçmuştu.
Ergün uyardı: “Darbeden sonra birini bulup yakalamış olmak başarı değil, öncesinden sezip engel olmak asıl başarıdır. Bir insanın hayatı bütün dünyaya bedeldir. 250 şehit vermek mi gerekirdi? Kurumları onlara teslim etmeden önce düşünmek gerekiyordu.
Darbeden önce de uyarı yaptığını, dinlenmediğini düşünüyordu: “Devletin kurumları var, istihbaratı var, güvenlik örgütü var, jandarması var, polisi var. 15 Temmuz 2016’dan önce de çalışıyor olması lazımdı.
Emekli olmuş, köşesine çekilmişti. Kitap yazmaya hazırlanıyordu.

15 Temmuz öğlen söyleşisi
Konu kitaba gelince, elime Ergenekon kumpasından hapis yatan eski asker Hasan Atilla Uğur’un yeni çıkan “Dün Bugün Yarın” kitabını aldım. Uğur, 15 Temmuz günü öğlen saatlerinde Yeni Şafak gazetesine bir röportaj vermişti. Röportajı yapan Hüseyin Likoğlu o akşam yaşadıklarını köşesinde şöyle anlatıyordu: “Akşam saatlerinde semada savaş uçaklarını görür görmez ilk tepkim, ‘Fethullah’ın ...leri darbe yapıyor’ oldu. Böylesine bir refleks vermeme neden olan şey neydi? Şüphesiz birkaç saat önce sohbet ettiğim Hasan Atilla Uğur’un söyledikleri etkili oldu.
Uğur ise kitapta o günü şöyle anlatıyor: “ ‘Bunlar patronları ABD’nin emri ile her an bir darbe ve işgal girişiminde bulunabilirler’ diye de ekledim.”
Röportajdan birkaç saat sonra darbeciler ortalığı kan gölüne çeviriyordu. Uğur, ertesi günü şöyle anlatıyor: “Bir gün sonra kaldığım tesise eşyalarımı almak için gittiğimde aynı gece silahlı birilerinin oraya gelip beni aradıklarını hatta kaldığım odaya gelip yangın tüpü ile kapıyı kırdıklarını öğrendiğimde çok şaşırdım.

Özel görüşmedeki ‘müebbetlik’
Ya 15 Temmuz’dan öncesi?
Komutanların çoğunun darbeye İstanbul’daki kulüpte yakalandığını biliyorsunuz. Hava Kuvvetleri’nin 2 numarası Korgeneral Mehmet Şanver’in kızının düğünüydü. Şanver, anılarını “15 Temmuz-Kartal Yuvası’nın İstilası” kitabında anlattı. İstila edilen “Kartal Yuvası” tabii ki Hava Kuvvetleri’ydi.
Kitapta pek de dikkat çekmeyen bir ayrıntı var: Darbeye kısa süre kala Genelkurmay’daki ilginç bir toplantı.
Yıllık Değerlendirme Toplantısı, üst düzey personelin en yoğun katıldığı nadir toplantılardan biriydi. “Eğitim toplantısının tüm konuları tartışılmış, normalde gündem tamamlanmıştı. Ancak katılımcıları bir sürpriz daha beklemekteydi” diye anlatıyor Şanver. Dönemin Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, üst rütbeli askerlerle özel görüşmeler yapmak istiyordu. Konu, TSK’deki FETÖ yapılanmasıydı. Şanver, kendisinden bekleneni “her zamankinden farklı olarak somut bilgi ve belgelere dayalı değil, şahsi kanaatlere göre komutanlardan kendi fikirlerini ve personel değerlendirmelerini talep ediyordu” sözleriyle anlatıyor.
Komutanlar sırayla Akar’ın odasına girerken, Şanver bir sürprizle karşılaştı: “Girmem ile birlikte görüşmenin o kadar da özel olmadığını gördüm. Üçüncü bir kişi daha vardı odada. Koskoca Genelkurmay Başkanı özel görüşmesine ortak ettiğine göre güveni tam olmalıydı, diye düşündüm. İkilem içindeydim çünkü biliyordum. Bu örgüt personel, istihbarat ve adli makamları asla boş bırakmamıştı.
Akar’ın bu “özel görüşmeye” aldığı şahıs, darbeden sonra müebbet hapis cezası alan Genelkurmay Personel Başkanı Korgeneral İlhan Talu’ydu. Şanver, görüşmenin özetini “FETÖ’cü olanlar, olmayanlar ve hakkında bir fikrim olmayanlar. Personel Başkanı Korgeneral Talu ağzını açmadan sadece not tuttu” diye aktarıyor.
Kitaptan öğreniyoruz, Şanver eve gittikten sonra eşi ile yaşadığı tuhaf günü konuştu. Talu’dan şüphelenen Şanver’in sohbetini şöyle özetleyelim:
Mehmet Ş.: Koskoca Genelkurmay Başkanı, kendi personel başkanını böyle özel bir çalışmaya dahil ettiğine göre ona güveni tamdır diye düşünüyorum.
Sevda Ş.: Öyledir muhakkak. Peki, aksi durumda ne olur?
Mehmet Ş.: İşte o zaman Sevdam, biz yanarız. Senin kocan artık örgütün Hava Kuvvetleri içerisindeki personel yapısına ne kadar hâkim olduğunu açıkladı. Örgüt de bunu öğrendi demektir.
Konuşmanın devamı “Allah beterinden korusun”, “korkutma beni”, “daha fazla beni konuşturma”, “koskoca Genelkurmay Başkanı bizim gördüklerimizi fazlasıyla görmüştür” gibi ifadelerle sürüyor.
Şanver, “eşimi rahatlatmaya çalışsam da aslında kötü günlere hazırlıklı olması yönünde bilgilendirmiştim” sözleriyle ruh halini anlatıyor.

FETÖ bağıra bağıra ‘geliyorum’ diyor
Sizi daha onlarca örnek vererek sıkmayayım...
Zira FETÖ’nün yayın organları da bangır bangır “geliyoruz” diyordu.
Fethullah Gülen’in darbeye 5 ay kala “cennet kılıçların gölgeleri altındadır” dediği sohbetinden mi söz edeyim, yoksa 12 Eylül öncesinde yazdığı “kışlada uykudan uyananlar silkinip kendine gelmektedir” satırlarının darbeden 4 ay önce Zaman’da yeniden yayımlanmasından mı bahsedeyim? Mümtaz’er Türköne’nin darbeye sayılı günler kala Erdoğan yönetimini “ipe dizeceklerini” anlattığı yazısını mı hatırlatalım, yoksa Osman Özsoy’un “profesör olacağıma keşke bir Albay olsaymışım, bu süreçte daha çok katkım olurdu” ifadelerini mi? Washington’daki “derin kalemler”in darbeyi işaret eden satırlarına yerimiz kalmadı.
Söylemek istediğim, “tiyatroydu” ya da “kontrollü darbeydi” değil. Aksine “FETÖ darbesi bağıra bağıra geliyordu” diyorum. Örgütün tek çıkış yolu buydu. Komutan eşleri ya da yandaş köşe yazarları bile “gelmekte olanı” görüyordu. Ama “dur” demesi beklenenler nedense “kasaptaki ete soğan doğramama”ya devam etti. 15 Temmuz gecesi halkı bombalayan uçakların havalandığını duyunca da “ne diyorsun ulan sen” dediler.
Kim bilir, belki de “rüzgâr gibi geçsin koalisyonu” sanılanın çok ötesindeydi, bilmiyoruz.
Otobüse bedava bindiğimiz, ofis yerine plaja gittiğimiz bugün 15 Temmuz’da toprağa bıraktığımız yurttaşlarımızın samimiyetsiz sözlerden daha fazlasını hak eden hatırası bize fısıldıyor: Kendi halkına kurşun sıkan FETÖ’yü de, ona yol verenleri de unutma!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları