Celal Başlangıç

90’lara mı dönüyoruz?

11 Eylül 2015 Cuma

Cizre’nin İdil Caddesi’nden gelen polis aracı yolun soluna yanaşmıştı. Kapıları açan resmi giysili iki polis tam araçtan inerken çapraz ateşe tutulmuşlardı; bir polis öldürülmüştü, diğeri ağır yaralıydı.

Günün tam ortası. Saat 13.25.

İki kişiymiş ateş edenler... Cizre’de bir yıldır süren “kaldırım üstü cinayetleri”nin bir benzeriydi yaşanan... İki tetikçi, 14’lü tabanca, yakın mesafeden çapraz ateş... Ancak bir farkla ki, bu kez öldürülenler ihbarcı değil, polisti.

13 Ocak 1989’da işlenen bu cinayet bir dönüm noktası olmuştu Cizre’de.

Büyük bir operasyon başlatıldı. Mahalleler tutuldu, girişler çıkışlar yasaklandı. Çarşıya ancak “ekmek alabilecek küçük çocuklar” gidebildi. Evlerin kapıları kırıldı, içerdekiler ayırımsız dövüldü, bazıları gözaltına alındı.

O andan itibaren koca ilçenin üzerine büyük bir kâbus çökmüştü.

Geceleri sanki “ilan edilmemiş bir sokağa çıkma yasağı” uygulanıyordu. Korkudan herkes hava kararmadan evine çekiliyordu. Mahalle aralarında operasyonlar, evlerde dayak, gözaltında elektrik vermeler, hamile kadınlara tazyikli su sıkmalar, ilçenin dört bir yanında patlayan silahlar...

Sayılabildiği kadarıyla gözaltına alınanların sayısı 300’ü aşmıştı.

Dışkı yedirilen günler

Bu süreçte gittiğimiz Cizre’de gördüklerimize inanamadık. Hangi eve girsek dayak yemiş, bir yerleri kırılmış, kafası sarılı, gözü morarmış bir değil, birkaç kişi vardı mutlaka...

İşte o günlerde dışkı yedirilmişti Cizre’nin Yeşilyurt köylülerine...

Bütün bu yaşananlardan sonra Cizre bölgenin ilk “serhildan”a kalkışan ilçesi oldu. Artık her baskı, her saldırı halkın sokağa çıkmasıyla karşılığını buluyordu Cizre’de...

Newroz katliamı

1992’nin Newroz’una birkaç gün kala yine hareketli günler yaşanıyordu Cizre’de. Artık “olay çıkması muhtemel ilk yer” olarak görüldüğü için yerli ve yabancı gazeteciler yine Cizre’ye “konuşlanmışlardı.”

PKK, 21 Mart ‘Newroz’undan birkaç gün önce başlamıştı faaliyete. “Bayrama” birkaç gün kala bir köy korucusu ilçenin kenar bir semtinde öldürülüp elektrik direğine asılmıştı. Ertesi gün başka bir korucu ilçenin daha merkezi bir yerinde asılı bulundu.

Newroz günü halk “inadına” çıktı alanlara. Halkı dağıtmak isteyen güvenlik güçleri Cizrelilerin üzerine ateş açtı. Bu katliamda 50 kişinin mi, yoksa 80 kişinin mi öldürüldüğü bugüne dek açıklığa kavuşmadı. Tek bir güvenlik görevlisi hakkında soruşturma bile açılmadı.

Gazeteci hedefte

Bu da yetmedi, bu katliamdan iki gün sonra Sabah Gazetesi’nden İzzet Kezer, gazeteci olduğu biline biline, elinde beyaz bayraklar olan gazeteci grubunun içindeyken bir keskin nişancı tarafından alnından vurulup öldürüldü.

Elbette bugüne kadar İzzet’i vuran “keskin nişancı” özel harekâtçının da kimliği ortaya çıkartılmadı.

25 yıl sonra bugün

1990’ların başından bugüne yani 25 yıl sonraya kendimizi ışınlayınca karşımıza başka bir Cizre çıkıyor.

1989’un Ocak, 1992’nin Mart ayında girdiğimizde kapıları kırılıp basılmış evler, dövülmüş, kafaları kırılmış, gözleri patlatılmış, işkenceden geçirilmiş, elektrik verilmiş, insanları sindirilmiş, gece sokağa çıkamaz hale gelmiş, Newroz’u kutlamak için alanlara çıktığında onlarcası katledilmiş bir Cizre karşılamıştı bizi...

Ancak 2015’in Ağustos sonunda, sokağa çıkma yasağından hemen önce gidip gördüğümüz Cizre, ilk bakışta 25 yıl öncesini andırsa da biraz dikkatli inceleyince çok farklıydı. İnsan davranışlarının bambaşka bir aşamaya geçtiğini gösteren çok sayıda veri vardı.

Cizre savunmada

Cizreliler, gece yapılan polis baskınlarına, gözaltı dalgasına karşı, mahalle aralarına girip çocuklarını “envanterde olmayan” korsan silahlarla vuran güvenlik güçlerine karşı, artık faili meçhullerin yerini alan “resmi” üniformalı keskin nişancılara karşı mahallelerini, sokaklarını hendeklerle, barikatlarla kapatmışlardı.

Geceleri evlerine kapanmak yerine hep birlikte sokağa çıkıp hem çocuklarını, hem de kendi hayatlarını korumaya başlamışlardı.

Daha geçen hafta ikisi çocuk, ikisi memur dört kişiyi resmi binaların damlarına “konuşlanmış” keskin nişancılara kurban vermelerine karşın sokak aralarına gerdikleri brandalarla, Gazze’deki ya da bir zamanlar Beyrut’taki gibi can güvenliklerini sağlamaya çalışıyorlardı.

Eskinin DYP’li korucubaşlarını ya da bugünün AKP’lisi olan Refah Partilileri, Fazilet Partilileri belediye başkanı yapmak yerine artık HDP’nin adaylarını seçiyorlardı.

Bu yılın başında sokak aralarında ondan fazla can yitirmiş, son iki ay içersinde Kobane’de, Şengal’de tecavüzcü IŞİD çetelerine karşı savaşırken hayatını kaybeden çocuklarını bu ilçenin mezarlığında toprağa vermişlerdi.

Artık öyle bir noktaya gelmişler ki, mahallelerinde, ilçelerinde oluşturdukları halk meclisleri üzerinden “özyönetimlerini” ilan ederek “kendi kendimizi yönetmek istiyoruz” diyorlar.

Bugün sokaklarda, parti binalarında, belediyelerde, sivil toplum örgütlerinde, barikatlarda, hendek başlarında bulunanların dünden bugüne 25 yıllık yolculuklarını tek cümleyle anlatabiliriz:

1990’larda Cizre’de işkence görenlerin, tarananların, Yeşilyurt’ta dışkı yedirilenlerin çocukları, torunları bugün dağlarda...

Kentlerdekiler de hendeklerde ve barikatlarda...

Sadece Cizre’ye değil, son günlerde çatışmalı bir süreç yaşanan Silvan’a, Silopi’ye, Lice’ye, Hakkâri’ye, Varto’ya, Yüksekova’ya, Diyarbakır’a; sonuç olarak eskinin Olağanüstü Hal Bölgesi’ne bakarak herkes aynı soruyu soruyor şimdi:

“1990’lı yıllara geri mi dönüyoruz?”

Bu sorunun yanıtı hem “evet”, hem de “hayır”dır.

Ancak “görünüşe aldanmamak” için, geçmişte yaşadıklarımıza ve bugünkü sürece biraz daha derinlemesine bakmak gerekiyor.

YARIN: Evet, 90’lara dönüyoruz. Hayır, 90’lara dönmüyoruz



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları