Bağımsızlık Savaşı’nın
kahraman komutanları genellikle
Cumhuriyetçi değildi...
Sadece İsmet Paşa daima
Atatürk’ün yanında yer aldığı ve
sonradan da Çok Partili Düzen’e
geçtiği için Cumhuriyetçidir...
Bir de Mareşal Fevzi Çakmak,
Mustafa Kemal’e inandı ve onun
Cumhuriyet projesine destek
verdi...
Buna karşılık, Rauf Bey,
Karabekir Paşa gibi Mustafa
Kemal’in yakın arkadaşları
Cumhuriyete karşıydılar...
Cumhuriyete karşı oldukları için
de savaşın kazanılmasından sonra,
Mustafa Kemal’in yönetimine
muhalefet ettiler.
Bu onların kahramanlıklarına
gölge düşürmez...
Nitekim Atatürk’ün ölümünden
sonra İsmet İnönü bunlarla
barışmış, kabul edenleri devlet
içinde önemli görevlere getirmiştir.
***
İsmet İnönü, henüz sermaye
sınıfı ve ona bağlı olarak işçi
sınıfı gelişmediği, demokrasinin
temel sınıfsal yapısı oluşmadığı
halde, İkinci Dünya Savaşı’ndan
sonra Çok Partili Düzen’e geçti…
Zaten Cumhuriyet projesi
de sınıfsal altyapı olmadan
başlatılmamış mıydı!
Ama Tek Parti yönetiminde
reformlar (devrimler) yaparak
Cumhuriyeti kurmak başka şey,
Çok Partili Düzen’de, olmayan
bir çağdaş sınıfsal yapıyı ve
bu yapıya dayalı çağdaş bir
toplumu, feodalitenin (toprak
ağalığının ve dinci köylülüğün)
direnişine karşın geliştirmek
başka şeydi!
***
Nitekim, Türkiye’deki Çok Partili
Düzen bir türlü gerçek demokrasiye
evrilemedi...
Gerçek bir demokratik anayasayı
hedefleyen 27 Mayıs müdahalesi,
Menderes, Zorlu ve Polatkan’ın
asılmasıyla kana bulandı ve
toplumda ciddi düşmanlıkları
körüklediği için uzun vadede
beklenen gelişmeyi sağlayamadı.
Onun arkasından gelen 12 Mart
ve 12 Eylül müdahaleleri ise hem
çağdaş bir demokrasiyi hedefleyen
27 Mayıs Anayasası’nı ortadan
kaldırdı, hem de dinci çizgide
feodaliteye boyun eğdi...
Üstelik de askeri vesayetle
demokrasinin gelişmesini ve
serpilmesini engelledi.
***
Türkiye’nin Bağımsızlık Savaşı,
Cumhuriyet ve Demokrasi öyküsü
uzundur...
Tektir ve biriciktir...
Ama bu öykünün en acıklı
sayfası, oturdukları koltukları
Cumhuriyet ve Demokrasiye,
Cumhuriyeti ve Demokrasiyi
kuran Atatürk ve İnönü’ye borçlu
olanların, onlara saldırmakta
oluşlarıyla, günümüzde
yazılmaktadır!
Atatürk ve İnönü Olmasaydı...
Yazarın Son Yazıları
Orta Doğu’da İsrail’in güvenliği için bir Kürt Devleti kurmak isteyen ve bu nedenle Suriye’de, Terörist Radikal İslam’la uzlaşan ABD, Çağdaş bir Demokratik Laik ve Sosyal Hukuk Devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’ni de, İktidarla el ele, Suriye gibi Orta Çağ’a, dinler, mezhepler ve aşiretler bazında örgütlenmiş olan Merkezi Feodal bir yapıya geri götürmek istiyor!
Bu yazı Özgür Özel’in “Stockholm Sendromu” uyarısı yapmasından sonra, geçen hafta başında yazmaya başladığım yazıların yedincisi.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in, HDP’li ve onun devamı olan DEM Partili politikacılar ve belediye başkanları görevlerinden alınır ve bazıları hapse atılırken, DEM Parti’nin “Süreç” bağlamında iktidara destek vermesindeki çelişkiyi vurgulamak için zekice dile getirdiği “Stockholm Sendromu”, Türkçemizin bütün çarpıcı güzelliğiyle, “Celladına âşık olmak” biçiminde ifade edilen bir durumdur.
İktidar, kamuoyundaki yaygın izlenime göre, “Açılım Süreci”ni, ilan ettiği gibi “Barış” “Demokrasi” ve “Terörsüz Türkiye” için değil, başarısızlıklarından dolayı siyaseten biten ömrünü uzatmak için içeride DEM Parti’den, dışarıda Emperyalizmden destek aradığı için yapıyor.
Bu yazı Özgür Özel’in “Stockholm Sendromu” uyarısı üzerine, geçen hafta Salı günü başladığım yazıların dördüncüsü.
Dün Etnikçiliğin Demokratik Rejim karşıtlığını (düşmanlığını) yazmıştım.
Etnikçilik, insanların tarih boyunca sahip oldukları Aile, Aşiret, Din, Mezhep, kimlikleri üzerine, Endüstri Devrimi’nin getirdiği “Ulusal” ya da “Milliyetçi” kimliğin, Totaliter bir anlayışla istismar edilmesinden kaynaklanan Faşist bir ideolojidir.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel Kurultay konuşmasında, “Stockholm Sendromu” anımsatmasını yapmadan önce, İktidarın, “Terörsüz Türkiye” sloganı bağlamında başlattığı “Sürecin” bütün çelişkilerini vurgulayan bir konuşma yapmış.
25 Kasım 2025 tarihinde MHP lideri Devlet Bahçeli TBMM Meclis Grubu konuşmasında şöyle demiş...
Faşizm ve Faşistlik, gerek Rejim gerek Kişilik yapısı olarak Demokrasi ve Demokratlık karşıtlığıdır.
“Anayasa”, “Hukuk” ve “Yargı” bir devletin omurgasıdır..
“Okkam’ın Usturası” bir önermedir:
Emperyalizmle işbirliği yapan İktidar: “Barış” sloganı ile halkı aldatarak...
Emperyalizm ve İktidar ittifakı, hem dıştan hem içten son derece güçlü bir biçimde çeşitli baskılar uygulayarak, Türkiye’yi, “Ortadoğu Bataklığında” parçalanarak boğulacağı bir “Sürece” sürüklüyor!
Devlet Bahçeli aynı anda üç öneride bulundu...
Son zamanlarda, Atatürk’e, İstiklâl Savaşı’na ve Cumhuriyet Dönemi Tarihi’ne ilişkin saldırılar, saptırmalar ve iftiralar çok artınca, bu konulardaki gerçek tarih araştırmaları, kitapları da çoğaldı.
Cuma günkü yazımı şöyle bitirmiştim...
Lafı dolandırmaya gerek yok...
Bugünlerde, tam 10 Kasım Atatürk’ü anma törenlerinin ertesi günü açıklanan...
Dün Atatürk’ü andık; bu vesileyle, bugün, Atatürk konusundaki çok önemli iki yalana ve dört düşmana değinmek istiyorum.
“Birinci Silivri Trajedisi Dönemi”, Ahmet Necdet Sezer’in cumhurbaşkanlığından ayrılma zamanı olan Haziran 2007 tarihinde başladı.
İktidar, “Demokratik Laik ve Sosyal Hukuk Devleti”ni tanımlayan Anayasa’ya Cumhuriyet rejimine aykırı ve birbirlerine ters birkaç operasyonu aynı anda yapıyor ve böylece zaten düşmekte olan seçmen desteğini iyice kaybediyor.
Ekrem İmamoğlu, Necati Özkan ve Merdan Yanardağ’a yapılan “Casusluk suçlaması” akıllara derhal FETÖ’nün Türk Silahlı Kuvvetlerini ele geçirmek için “Birinci Silivri Trajedisi” bağlamında yaptığı “Casusluk” suçlamalarını ve yine FETÖ’nün “Kozmik Oda”ya girişini ve oradaki bilgilerin yurtdışına sızdırılışını anımsattı!
24 Ekim 2025 Cuma sabahı Merdan Yanardağ “Casusluk” suçlamasıyla göz altına alındı.
Önce kavramları tanımlayalım: Anomi: Kuralsızlık. Anarşi: Devlet otoritesinin yokluğu.
Dünkü yazıdan devam: Önce bir iktidarı intihara sürükleyen beş temel belirleyiciyi anımsayalım...
Bir iktidar ne zaman çöküşe yönelir, intihar eder?
Yarın CUMHURİYET Bayramı.
İktidar, medyayı ve yargıyı da etkisine alarak hem güncel hem de tarihsel gerçekleri saptırmaya, kendi ideolojisine uygun bir tarih ve var olmayan bir güncel dünya imgesi yaratmaya çalışıyor...
Dünkü yazımda, İngiltere tarafından, Abdülhamit’in yardım isteği üzerine kendisine verilen ültimatomdan söz etmiştim.
Emekli Büyükelçi Süha Umar, dün Cumhuriyet’teki köşesinde, Kıbrıs seçimleri konusunda, benim görüşlerimle de aynı çizgide olmalarından memnuniyet duyduğum çözümlemelerini şu sözlerle bitirmişti...
Türkiye’de de Kıbrıs’ta da seçmenin bu İktidardan bıktığı anlaşılıyor.
Otoriterlikten totaliterliğe giden İktidar, yaşam biçimlerimizi de tehdit eden ve yeni cezalar oluşturan 11. Yargı Paketi’ni hazırlarken...
1) Ana stratejinin “Millet İradesi”nin gerçekleştirilmesi için, eşit, adil ve şeffaf bir seçim hedefine yönelik olduğu asla unutulmamalıdır.
İnsanlık tarihi iki kavgadan oluşur: Birinci kavga ekmek kavgasıdır...
Bu yazı yazılırken Hamas ile İsrail arasında rehine takası yapılıyor ve hem Dünya’da hem Ortadoğu’da barış sesleri duyuluyordu.
Cuma günkü “Yedi Düvel’e Karşı...” başlıklı yazımda “Demokratik, Laik ve Sosyal Hukuk Devleti olan Cumhuriyet Rejimi’mizi iç ve dış saldırılara karşı nasıl koruyacağız?”
Önce yazımın başlığını açıklayayım: “Yedi düvel”, “bütün devletler, herkes, bütün dünya” anlamında kullanılan bir deyimdir.
Emperyalizmin araçları, dostları ve düşmanları nelerdir, kimlerdir?
Cumhuriyet’in dünkü manşeti, CHP’nin Abant toplantısından sonra, Gökhan Günaydın’ın “Merkez parti olma kimliğimiz giderek oturuyor” demesi üzerine “CHP merkez parti oluyor” biçimindeydi.