Feyzi Açıkalın

Anadolu insanının muhteşem dönüşü mü?

09 Mayıs 2019 Perşembe

 

Futbol öylesine yaygın ve küresel ölçekte bir gösteri ki, her türlü yaşamsal örneklemeler onun üstünden kolayca yapılabiliyor. “Geri dönüş” kavramı da bunlardan birisi…

Futbola hiç teşne olmayanlar bile geçen akşamki Liverpool-Barselona maçının sonucunu bir şekilde öğrendiler. Liverpool, dünyanın en iyi oyuncusunu barındıran Barselona’yı, neredeyse imkansız sayılan bir geri dönüş ile yendi ve eledi…

Geri dönüş kavramı incelendiğinde ilk göze çarpanın, öncesinde bir “kaybediş” ve “zora sokuş” olduğudur. Örneğin burada, kalesinde az gol gören ve güçlü bir takım olan Liverpool, ilk maçta üç gol birden yiyerek tur atlama umudunu neredeyse sıfırlamıştı.

Bu, aslında Liverpool’dan beklenmeyen bir davranıştır. Tamam, Barselona güçlüdür ama normal koşullar içinde böyle olmamalıdır.

Liverpool rövanş karşılaşmasında erken gelen bir gol ile umutlanmış, şaşkın hale gelen rakibini seyirci desteğini arkasına alarak sıkıştırmaya başlamıştır.

Liverpool hiç gol yemeden dördüncü ve onları bir üst tura atacak son golü beklemektedir. Bu sırada antrenörlerinin, “Onların başarıya alışmış burunları havada olacağı için, konsantrasyonları düşecek; bundan yararlanın” talimatını yerine getirerek, çok kurnazca bir vuruş ile golü atarlar ve Barselona yıkılır…

Buradan yola çıkarak, Yüksek Seçim Kurulu’nun İstanbul seçimlerine ilişkin aldığı karara, özellikle sosyal medyada verilen tepkinin bir geri dönüş olduğu söylenebilir mi? İş insanından sanatçısına, sporcusundan eski siyasetçisine kadar geniş bir yelpazenin Ekrem İmamoğlu’na desteğini, hiç beklenmeyecek ölçüde vermiş olması Anadolu insanının pişmanlığını(!) anlatır mı?

Bu arada, “dönek” ve “geri dönme” ler arasındaki farkı belirtmeden geçmeyelim. Dönekler, köken olarak içinden gelmediği bir inanışı çeşitli nedenlerle desteklemekte beis görmemiş insanlardır. Geri dönenler ise, en kötüsünden “korkak olanlardır”; çok daha masumdurlar yani.

Ülkenin başına bu siyasi iktidarı musallat edenler döneklerdir. Anadolu’nun tarihinin döneklikler, çıkar arayışları ve çağın rüzgarına uyma adına nankörlüklerle yazıldığını, onun için AKP iktidarından çok da hayıflanmamak gerektiğini yıllardan beri söyleyegelmişlerdir…

Belki doğrudur. Anadolu’nun asıl sahibi saydıkları Bizans böyle bir imparatorluktur. Tahtı ailelerinden başkasına kaptırmama adına varislerinin gözünü mil çekerek kör etmek, ardılları olan Osmanlı’ya kafa kopartma işlemi olarak aktarılmış olmalıdır.

Ortodoks Bizans, bekasını korumak için(!) uç kalelerini Katolik Ermenilere vermekten çekinmemiş, Anadolu Selçuklu’sunun iktidar kavgasından yararlanıp, taraflardan birini sığınmacı (rehin!) almaktan kaçınmamıştır. Dahası, Bizans İmparatoru 2. Ioannes Komnenos Niksar’ı almak için Selçuklu ile savaşırken, imparatorun kendi adını da taşıyan öz yeğeni, Sultan Mesud’un saflarına geçmiş ve onun kızını alarak Müslüman olmuştur!

Bizans ve ardıllarının en büyük ortak noktaları Anadolu halkalarını din tahakkümü ile yönetmiş olmalarıdır. Bizans, egemenliğini pekiştirmede Ortodoks Hristiyanlığı birleştirici güç olarak alırken, diğeri yani Osmanlı, Sünni Müslümanlığı bekasının en büyük tutkalı olarak görmüştür.

Sonuçta Anadolu halkı, doğal olarak güçlünün potasında erime çaresizliğini genetik bir miras olarak bugünlere devretmiştir. Onun için Anadolulunun, İstanbul gibi gelir adaletsizliğinin, soygunun, talanın en çok etkilediği halk katmanlarının isyanına çok duyarlı olması beklenemez. Onlar kendi kısır gündemini yaşar.

Ta ki, tarihin hala ayakta kalan en büyük imparatorluk şehrinin, yaşayanlarının özgür iradesi ile onu sömürenlerden kurtulduğunu görene kadar. Eğer o başarılırsa, Anadolu büyük bir “geri dönüş” yaşar. İşte bu yüzden siyasi iktidar her türlü hile ve desise ile İstanbul’u kaybetmek istememektedir…

 

 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları