Hep derim, ilk kez gidilen bir ülke hakkındaki en iyi fikri o ülkenin vatandaşlarından oluşan uçak yolcuları verir. Fas’a doğru yolculukta, oturduğu koltukta sessizce namaz kılan yerel giysili genç insan örneğinde olduğu gibi…
Fas hem içerdiği olağanüstü coğrafi ve kültürel farklılıklar hem de ülkemiz siyasi yapısıyla olan benzerliğiyle keşfedilmeye değer bir ülke. Her şehrinin neredeyse birbirinden bağımsız rengini ve demografik yapısını görmek kadar, bizdeki ampulün köken aldığı dini ve siyasi anlayışı kavramak açısından da çok önemli bir destinasyon Fas.
Ülkemizin onca derdi arasında gidilen Fas’ın, içerdiği olağanüstü renkliliğe konsantre olamayacak denli huzursuzsanız ampul konusu daha ağır basmaya başlıyor. Nasıl basmasın ki; her ne denli özellikle kıyı şehirleri modern fiziki görüntüsüyle Batılı olsa da bir değer olarak sunulabilecek yerel giysi ve davranışlarıyla halkın bizatihi kendisi Fas’ı çok iyi anlatıyor.
Fas’ın rejimi Üniter Parlamenter Monarşi olarak adlandırılıyor. 2011’de Arap Baharı sonrası gidilen referandum ile yerleşen sistemde ülkenin mutlak sahibi olan kral, başbakanı ve bakanları yönetime atıyor. Bir de parlamento var tabii! Nasıl, tanıdık geldi mi? Daha iyi adlandırmak için, bizdeki Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi gibi bir şey diyebiliriz!
Krallık kabilelerin, hanedanların yüzyıllar içinde sırayla işbaşına gelmesiyle hükmünü sürdürmüş. Ülke 1912 ile 1956 yıllar arasında resmen bir Fransız sömürge valisince yönetilirken, Madagaskar’dan sürgünden dönen krala yönetim devredilmiş! Fas’ta var olduğu söylenen seçimli parlamenter sistem, hiçbir partinin mutlak çoğunluğu almaması üzerine kurgulanmış.
İşte böyle bir dönemde, 2002 yılında kurulan ve amblemi bir gaz lambası olan siyasal İslamcı Adalet ve Kalkınma Partisi (yok AKP değil, PJD!) yükselişe geçmiş. PJD 2011 seçimleri sonrası, parlamento sandalye sayısında çoğunluğa ulaşıp koalisyonu kurmuş. Hiçbir programı olmayan PJD ülke yönetimini başaramayıp, kralla da iyi geçinemeyince 2021 seçimleri sonrasında silinmiş. Kurulmaya çalışılan benzerlik buraya kadar… Unutmadan; bizdeki İslamcıların sahip çıkmaya çalıştığı bir Hint Keneviri ekimi dertleri de var, benzerlik olarak…
Fas’ta halkın genel olarak monarşik yönetimden memnun olduğu, ülkede huzursuzluğun olmadığı söyleniyor. Neden olsun? Ülke devrimci, laik bir lider çıkarıp, bağımsızlık savaşı vererek yüzyıllardır halkı tebaa yerine koymuş monarşik yapıyı yıkıp, halkın iradesini öne çıkaran sistemi kuramamış. Kabileler arasında bir arabulucu gibi davranarak otoritesini sağlamlaştıran krallık, halka verdiği ulufelerle onları kendisine razı etmiş.
Orta Çağ’a tarihlenebilecek eski şehirlerindeki olağan yaşamı bir turizm pazarlama nesnesine döndürerek ve buradaki halkın turizm kazançlarını vergilendirmeyerek onları mutlu etmiş. Kırsal yerleşimlerdeki okul ve kamu binalarını yenileyerek, yol ve kaldırımları çok düzenli inşa ederek, şehirleri şahane peyzajla donatarak görünen kısımları iyi makyajlamış. Dış destekli müthiş bir projeyle tarımı güçlendirip, kırsalı ona yöneltmiş.
Türkiye’deki kardeşleri gibi bir esnaf partisi olan siyasal İslamcıların işyerlerinde, müzik yerine kuran dinlemelerine izin verilirken mesela, namaz kıldıktan hemen sonra camiyi terk etmeleri istenmiş. Nasıl solculara göz açtırılmıyorsa, radikal dinci sağcıların da camilerde yönetime karşı örgütlenmesi istenmemiş olmalı.
Fas’ta bir hafta geçirilince, Atatürk’ün Cumhuriyetine girişilen karşı devrimin neden emperyalist Batı tarafından hala ılımlı karşılandığı anlaşılıyor. Çünkü emperyalizm mutlak monarşi ile yönetilen üçüncü dünya ülkelerinde daha sorgusuzca ilerliyor. Onları kolaylıkla sömürüp, birer ham madde kaynağı ve arka bahçesi yapabiliyor. Aynı Yeşil Proje diye nitelendirilen müthiş tarım atağında olduğu gibi…
Fas’ı anlatırken nerelere geldik. Oysa ben bir gezgin olarak Fas’ı başka türlü tanıtacaktım. Kralın 27 tane sarayı olduğunu, (yarışacak gibi değil!) günü birlik konaklama yapılan çok yıldızlı otel personelinin kibar olma konusunda çaba sarfetmediğini, otel yıldızlarının kaliteyi göstermediğini, Fas’a özgü lezzetlerin çok az olduğunu, her yerde pazarlık yapıldığını, esnafın fotoğraf çekimine çoğunlukla izin vermediğini, içki tüketiminin otel haricinde yasak olduğunu, buna karşılık esnafın dar sokaklarda hiç tacizkâr olmadığını, neredeyse hepsi birer 800 ve 1500 metre koşucusu fiziğinde olan genç erkeklerin kadınlara karşı son derece saygılı olduğunu, özellikle Medine denen eski çarşılarında normal yaşamını sürdüren halkın çok ilginç ve rengarenk görüntüler oluşturduğunu, her şehrin bambaşka kültüre sahip olduğunu, Kazablanka başta olmak üzere büyük şehirlerinin gece hayatının çok renkli olduğunu, başta hurma olmak üzere meyvenin tazeliğini, böylece Fas’ın mutlaka görülmesi gereken bir destinasyon olduğunu yazacaktım…
Unutmadan; Türkiye’den geldiğimizi söyleyince bize en çok bildikleri ‘Mustafa Kemal Atatürk’ sözleriyle hitap etmeye çalıştıklarını söyleyecektim. Artık onlara kim öğrettiyse ve nasıl akıllarında kaldıysa…