Gerçekler Saklanabilir mi?

19 Ekim 2015 Pazartesi

Her “karanlık” olaydan sonra yayın yasağı konuluyor. Nedenini biliyoruz aslında; karanlıkta kalmasında yarar görülüyor. Önce şu genel geçer gerekçeye bakalım: Hiç kimse, hiçbir yayın organı “soruşturmanın selametini” zedelemeyi, suçluların yakalanmasının önüne geçmeyi düşünmüyor. Yayın yasaklarının bu anlamda bir işe yaradığını da inanan yoktur. İkisini birbirinden ayıralım; soruşturmalarla ilgili, suçluların yakalanmasına yönelik “soruşturma dosyası ile ilgili gizlilik kararları” ile yayın yasaklarının ilgisi yok. Yayın yasaklarının amacının başka olduğu Ankara kıyımı ile ilgili yasakta açık seçik kendini gösterdi zaten. Eskiden yayın yasağı kararlarının içine gizlenen gerçek amaç bu kez resmen yazıldı. Olayla ilgili eleştiri de yayın yasağı kapsamına girdi. Meslek örgütleri yasağın hukuka aykırı olduğunu açıkladılar. Yasaklar şimdi yargı önündedir.
Başta Cumhuriyet olmak üzere pek çok gazete ve internet sitesi de bu hukuksuz yasağı tanımayacaklarını açıkladılar. Hukuksuz, çünkü evrensel hukuk ilkelerine açıkça aykırı, ayrıca kanunsuz; anayasaya, yasalara da aykırı, çünkü “basın hürdür sansür edilemez” hükmünü kabaca çiğniyor. Bu hukuksuz, yasalara aykırı karara gazeteler uymayı neden reddettiler? Gazeteciliğin en temel kuralı halkın haber alma hakkıdır. Bu kuralı benimsemeyen, halkın haber alma hakkına konulan, ki iktidarlar bunu sık sık denerler, yasaklara boyun eğenler gerçekte gazetecilikle aralarına mesafe koymuş olurlar. Biz yayın yasakları söz konusu olduğu zaman şu soruyu soruyoruz: Gizlenmek istenen ne? “Soruşturmanın selameti” için, suçluların yakalanabilmesi için teknik kimi bilgilerin gizlenmesi mi amaçlanıyor, yoksa tam tersi sis perdesinin koyulaşması, olayın arka planının, arkadakilerin gün yüzüne çıkmasının önlenmesi mi isteniyor? Bugüne kadarki deneyimlerimiz genellikle gizli-açık yasakların, faillerin bulunmasının zorlaştırılmasına hizmet ettiğini gösterdi. Siyasi cinayetlerle ilgili soruşturmalarda konulan resmi ya da gayri resmi yasaklar, saklama, üstünü örtme, rapor gizleme çabaları hep arkadakileri koruma amacına yönelikti. Bu nedenle Uğur Mumcu cinayeti hâlâ karanlıktadır. Hâlâ “tuğlayı çekersek duvar yıkılır” mantığı egemendir. Hrant Dink cinayeti ile ilgili aradan bunca yıl geçmesine karşın sır perdesi aydınlanamamıştır. Nedeni gizli açık yasaklardır, halkın haber alma hakkının şu ya da bu şekilde engellenmesidir. Bir parça ilerleme kaydedilmişse bu da suçluların peşini bırakmayanların, basının gayreti ile olmuştur.
İşte bu nedenle gazeteler, internet siteleri Ankara kıyımı ile ilgili yayın yasağını dinlemeyeceklerini, halkın haber alma hakkını esas alacaklarını açıkladılar. İyi de yaptılar. IŞİD canilerinin yaptıkları ettikleri, hazırlıkları, kanlı kıyımı nasıl planladıkları tam değilse de büyük ölçüde kamunun bilgisine sunulmuş oldu.
Peki, basın yayın organları bu yasaklara uymayacaklarını açıklamakla suç mu işlemiş oldular? Hayır, çünkü olayın perde arkasını açıklamakla, eleştiri yasağını reddetmekle yayın yasağı ile amaçlandığı söylenen suçluların ortaya çıkmasına hizmet ettiler. Ayrıca da arka plandakilerin ortaya çıkması konusunda da duyulması gereken haklı kuşkuların derinleşmesini sağladılar.
Şimdi yayın yasaklarını koyanların düşünmesi gereken önemli bir konu var. Herkesin bildiği gibi yasakların arkasındaki irade siyasi iradedir ama karar alanların da, yasakların “devleti koruma refleksi” ile konulduğunu söylemeleri pek işe yaramayacaktır. Çünkü herkes yani halk olup biteni bilme hakkının neden önlendiğini soracaktır. O nedenle “soruşturmanın selameti” ile halkın olup biteni bilme hakkını birbirinden net bir şekide ayırabilmek, yasakların sorumluluğuna ortak olmamak gerekiyor. Daha açıklanması gereken pek çok sır var. Ve bu sırlar öyle anlaşılıyor ki, medya olmadan ortaya çıkarılamayacaktır.

Emek sayfalarına ne oldu?
Öncelikle Cumhuriyet gazetesini her zamankinden daha çok gururla sahiplenebileceğimiz bir seviyeye çıkaran, bu uğurda ter akıtan herkese sonsuz teşekkürler. Gazetenin sadık bir okuru olarak çevremdeki dostlardan da sıklıkla duyduğum bir eleştiriyi aktarmak istiyorum. Kendini ‘sol’da tanımlayan bir gazetenin hiç değilse ekonomi sayfalarında emek gündemine daha fazla yer ayırmasını rica ediyoruz. Çokuluslu şirket CEO’larının ya da hangi şirketin kimle birleştiğinin bilgisinden ziyade emek gündemi bizi daha çok ilgilendiriyor.
İkinci talep ise şu: Cumhuriyet toplumsal barış için emek veren bir gazete, ancak söylemde bazı hatalar olduğu kanaatindeyim. Hem toplumsal barış deyip ölüler arasında dahi bir ayrıştırmaya girişilirse bu toplumsal barışa hizmet etmez.
Cumhuriyet gazetesinin gerçek dostları sosyalistlerdir. Bu -bizce çok önemli olan- iki hususu yetkililerle paylaşmanız bizleri çok mutlu edecektir. Zira bu iki husus salt benim değil çok sayıda dostun, yoldaşın talebidir. Çalışmalarınızda başarılar dilerim. Sevgiler... Erkan Doğan

Kâtibin engelli olmasının önemi ne?
02.10.2015 tarihli basımda yayımlanan “Kâtip 18 yılı 18 aya indirdi ve erteledi” başlıklı haberde, Antalya’da asliye ceza mahkemelerinden birinde görev yapan “protez ayaklı”, “engelli” zabıt kâtibinin hâkimin elektronik imzasını kullanarak suç işlediği belirtilmekte. Ancak bir kez daha habercilik tekniği ile bağını kuramadığım şekilde sözcükler seçilerek haber yapılmış olduğunu görüyorum. Haber konusu suçu işlediği belirtilen zabıt kâtibinin engelli olduğu yahut protez ayaklı olduğu haberde hangi amaçla belirtiliyor, anlamak mümkün değil? 5N1K’nin “nasıl”ına cevap verirken şüphelinin suçu işlemesinde protez ayaklı veya engelli olmasının bir etkisi olmadığı anlaşıldığına göre muhtemelen haberi yapan “kim” sorusuna cevap ararken böyle bir niteleme tercih etti. Zaten ziyadesiyle toplumsal ayrışma ve kutuplaşma yaşıyorken insanları milliyet, ırk, dil, din, cinsiyet, akıl ve beden zaafları ile daha fazla ayrıştırmama konusunda özenli olunması gerektiği kanaatindeyim. Bu konuyla ilgili yazdığım yorum da ne yazık ki yayımlanmadı. Saygılarımla... M.Emrah Arık

Sizi selamlıyorum
Öncelikle ülkenin karanlık günlerinde toplumu aydınlatma görevini üstlenen Gazete ve Gazetecileri saygı ile selamlıyorum. 10 Ekim’de hayatlarını kaybeden Demokrasi ve Barış şehitlerine Allah’tan rahmet, yakınlarına ve Türkiye halklarına sabır diliyorum. Benim bugün size yazma nedenim şudur ki; ülkenin bu zor, kanlı ve karanlık günlerinde toplum için çalışan, toplumun gerçekleri görmesini sağlayan ve korkmadan yazan Cumhuriyet gazetesi aydınlarına, yöneticilerinden yazarlarına kadar herkesi tebrik ettiğimi ve kendilerine şükranlarımı sunduğumu bilmenizi istiyorum. Gerçekleri yazmak zor ve ciddi bir iştir. Kolay olan yalandır, iftiradır... Gerçekler acıdır ve alışılmışın dışındadır... Irk, din ve mezhep ayrımı yapmadan, eşit bir yurttaşlık ve gazetecilik hizmeti sağladığınız için sizlere minnettarım. Toplumun belli bir kesiminin her geçen gün çeşitli gazeteler tarafından dışlandığına ve hedef gösterildiğine şahit olurken, Cumhuriyet’in bu tarafsız, başı dik duruşunu en içten dileklerimle selamlıyorum. Saygılarımla... Harun Çınardal

İnternet sitenizdeki yazım hataları
Cumhuriyet’i internet üzerinden takip etmeyi tercih ediyorum, fakat haber içeriklerinde çok fazla yazım yanlışı ve anlatım bozukluğu var. Bazen de üst paragrafta yazılan şeyler aynen aşağıda kopyalanıyor, konudan alakasız biçimde. Pek çok insanın gazete satın almak yerine internetten takip ettiğini düşünecek olursak bu sorunlar fazlasıyla göze batıyor. En basit Word’de bile yazım hatalarını bulan eklenti var. Siz de bence bu konuya özen gösterilmesini sağlayabilirsiniz. Saygılarımla... Nazlı Turan

Cürüm-Cirim
14 Ekim, spor sayfası: Bağış Erten Estiği, üfürdüğüne göre dünya futbolunda yaktığı cürüm giderek azalan Türkiye”den söz ediyor. “Ateş olsan cürmün kadar yer yakarsın” diye yaygın olarak yanlış söylenen atasözüne gönderme yapmış. “Cürüm” suç, günah anlamına gelir. Atasözünün doğrusu ise “Ateş olsan cirmin kadar yer yakarsın”dır. “Cirim” hacim, cüsse anlamındadır.
17 Ekim, 5. sayfa: “Açıklarsam Davutoğlu rahat edemez” başlıklı haberde “zaafiyet” diye geçen sözcük yanlış. “Zaaf” doğru, ama “zaafiyet” değil... “Zafiyet” (a uzun) diye söyleyip yazmak gerekiyor... Emre Yazman

KISA... KISA
Yapılmışı yapmayın
Hürriyet gazetesinin 28 Haziran sayısında Sadettin Teksoy ile Hakan Gence’nin yaptığı bir söyleşi var. 04.10.2015 tarihli gazetenizde ise Sayın Teksoy ile yapılmış tam sayfa bir yer aldı. Sanki kopyalanıp yapıştırılmış gibi. Yapılmışı yapmak gözümüzün nuru gibi baktığımız Cumhuriyetin yeni yayın düzeninde ne zamandan beri yer alıyor. Kâğıda da günah, sayfayı çıkarmak için emeği geçenlere de günah. Okuyucuyu da umursamazlık. Saygılarımla... Bekir Emre

‘Kürt illeri’
8 Kasım Perşembe günü Sayın Pınar Öğünç’ün “Silah hepimizin alnında dayandı” röportajının giriş kısmında kullanılan Kürt İlleri tanımının kullanıldığını gördüm. Bildiğim kadarı ile Türkiye’de iller Türk illeri, Kürt illeri, Laz illeri veya başka etnik gruplara göre ayrılmamaktadır. Burada kullanılan tanıma itina gösterilmesi, bu gazeteyi okuyanlara karşı bir borç olsa gerek. İyi çalışma dileklerimle. Oktay Rauf Basa

Zencani’nin şovunu da merak ederiz
Babek Zencani şov yaptı” başlıklı haberde, Zencani’nin ne tür hareket, konuşma veya eylem yaptığı belirtilmemiş. Kolay gelsin, iyi çalışmalar. Ali Durmaz

Elçilik değil Alman Konsolosluğu
Bilginiz olsun istedim. “Ankara uyurken elçilikler önlem aldı” haberinizdeki resim Ankara değil “İSTANBUL Gümüşsuyu ALMAN KONSOLOSLUĞU fotoğrafıdır.” (Lütfen dikkat edin bilen bilir bunları.) Saygılarımla… Kaan Kurşun

Deniz Som’u anarken
Yazarımız Deniz Som’un ölüm tarihi 15 Ekim 2008 değil, 15 Ekim 2010’dur,
Saygılarımla... Serdar Güray  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sondan Bir Önceki 7 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları