Kırık Kalpler Müzesi

29 Ekim 2012 Pazartesi

\n

İzmirde Gazi Kadınlar Sokağına varmadan, oraya varmak için herhalde hayli yaralanmış olmak gerekir, öyleyse yaralarıyla gelebilenler için diyelim, Viran Gönüller Kahvesi açılmıştı. Viran gönüller her zaman açıktır da kahvesi hâlâ açık mıdır bilemem. Kahvenin hatırı kırk yıl sayılır da viran gönüllerin hatırı kalmış mıdır, onu da bilemem...

\n

Adı bir kahvehaneden çok bir müzeyi hatırlatıyor. Viran gönülleri ne yaparlar, kırpsan da onlardan yıldız çıktığı pek görülmemiştir, ya birinci dereceden tarihi eser diye koruma kapsamına alırlar ya da eh, zamanı gelmişti zatendiye müzeye kaldırırlar! Dedim ve cümlenin sonunda da kendimi ele verdim!

\n

Müzeye kaldırmak, müzelik olmak... Dil, müzeye nasıl baktığımızı da gösteriyor. Eskimiş, zamanı ve modası geçmiş, artık kimsenin yüzüne bakmayacağı varsayılan şeyleri, sanki insanları rahatsız etmesin, şurda burda karşılarına çıkıp göz zevklerini bozmasınlar diye, gözden ırak, eh böylece ilgiden de ırak, çoğunlukla da kuytu, soğuk yerlere koymak oluyor demek ki müzeye kaldırmak.

\n

2010’da yayımlanan yeni İstanbul Ansiklopedisine (NTV Y.,) Özel Müzeler maddesini yazarken anlamıştım nasıl müze yoksulu olduğumuzu! 2 yılda fazla bir şey değişmiş olduğunu da sanmıyorum. Orhan Pamukun dünyada bir romanla bağlantılı ilk müzeolma özelliğini taşıyan Masumiyet Müzesi dışında. O da aslında bir tür kırık kalpler müzesi sayılır. Roman kahramanı Kemal Basmacı, kavuşamadığı sevgilisi Füsuna ait eşyaları biriktirmeye başlar... Sonra bu heves bir gurura dönüşür. Heves gurura nasıl dönüşür derseniz, onun için de ya müzeyi görmelisiniz ya da müzeyle ilgili kitabı okumalısınız, derim.

\n

Türkiyede müze olarak tasarlanan ilk yapı, 1891’de inşa edilen İstanbul Arkeoloji Müzesi. Sonra Topkapı, Dolmabahçe, Türk ve İslam Eserleri Müzesi gibi tarih, arkeoloji ve etnoğrafya odaklı müzeler açılıyor: Onlar çoğalırken, öte yandan da günceli gözeten, farklı ilgilere ve arayışlara cevap veren müzeler gündeme geldi. Böylece klasik, bazen mimari yapısı, bazen de tarihi ağırlığıyla, insanı daha kapısında, zamanın ağırlığını da hissettirerek, deyim yerindeyse hayli çaresiz bırakan büyük müzelerin yanı sıra, daha renkli, daha neşeli, belki daha hafif, bazen de müzikli, eğlenceli müzeler hayatımıza girmeye başladı. Hepsi de tam olarak müze kavramının kapsamına giriyorlar mı, emin değilim. Eğer müzenin musalardan, şairlerin ve âlimlerin, yani bir bakıma sanatın ve bilimin koruyucuları olan esin perilerinden geldiğine inanıyorsak müze olarak görebiliriz hepsini diye de eklemişim.

\n

Böyle birkaç müze var, Sunay Akının kişisel çabaları ve özverisiyle oluşturduğu Oyuncak Müzesi, Rahmi Koç Müzesi gibi. Bir de bilmediğimiz müzeciler var. Müze kurmamış, amaİçimizdeki Müzeyi düşlemiş Abdülhak Şinasi Hisar gibi bir büyük yazarımız da bunlardan biri.

\n

Bu konuyu sürdürmek üzere, Cumhuriyet Bayram’ınız kutlu olsun.

\n

\n



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Üvey Sayfa 14 Ocak 2013
Cemali Mektup 7 Ocak 2013

Günün Köşe Yazıları