\n
\nBen ona ‘Latife ablam’ derim, onu çok pek çok severim, hatta aşka gelir coşar ‘pek datlı’ diye başlarım mektubuma, ‘kıymatlım’ diye de devam ederim. Aslında ‘bağlar güzeli’ desem de olur. O yazmaya doyamaz, bense onu okumaya. Doğadan Latife’ye, ondan bize. İnsan daha ne ister? Ben de sizden şunu isterim: Henüz okumayanınız kaldıysa, Latife Tekin’in doğa, yaşam ve insan bilgisi üstüne yazdığı, anlatı ya da roman adını taktığı kitapları okumaya başlayın. (Bu arada, Latife ile ben aynı yılın ürünleriyiz, lakin onun yoksullar cumhuriyeti ile doğanın zenginliği arasında erkenden kurmaya başladığı diyalektik, politik ve poetik benzerlikler ve yakınlıklar, onu gözümüzde sevgi, saygı ve hürmet makamında bir ‘abla’ konumuna yükseltmiştir.) \n
\nLatife’nin yazdıkları, yaşanmış, yaşanacak, rüya olup görülecek, masal olup dillenecek, ben diyeyim yedi deniz gezilecek, siz deyin yedi kat çıkılacak, dünya gözüyle seyredilecek, gönül gözüyle gülünecek, içten sevilecek, şifa niyetine her kitap bir başından başlanıp sabahları iç sesle okunacak, bir sonundan başlanıp akşamları evde bahçede, sokakta yolda dilden dile söylenecek, bir ortasından başlanıp geceleri rüya diliyle şiir yerine görülecek... (Acaba rüyada mı gördüm yoksa kitapçıda mı, şöyle bir kitap yayımlanmış olabilir mi, “Ölmeden Önce Görmeniz Gereken 100 Rüya”. Dünya gözüyle bunu da gördüm ya, o rüyaları görmesem de gam yemem gayrı!) \n
\nOnun girişimiyle kurulan ve çabalarıyla süren Gümüşlük Akademisi, çok yaşasın, birkaç yıldır etkinliklerini arttırdı. Ütopya, fizik, permakültür, ekoçevre derken küçük İskender’in şiir atölyesi, bu yıl haziranda değerli öykücü ve romancımız Müge İplikçi’nin öykü atölyesi, sonra da ağustosta benim üç-dört günlük şiir atölyem olacak. Ben de böylece ilk kez Gümüşlük Akademisi’ne sözcüklerle birlikte konuk olacağım. (Başlıktaki oyun da böylece anlaşılıyor işte, ‘yaz bir şiir!’ yani yaz, bir şiir!)\n
\nHaziran değil, temmuz değil, ağustos değil, peki niye erkenden yazıyorum bunu? Siz yabancı değilsiniz, söyleyeyim. Cuma sabahı pek puslu bir İstanbul sabahına uyandım. Genellikle cumadan gönderiyorum Açık Mektupları. Akşama ne pişirsem derdiyle aynı dert. Yazacak öyle çok kötülük vardı ki, hiçbirini seçemedim. Sonra da aklıma Latife’ye şiir atölyesinin içeriğini göndermediğim geldi, ‘oh’ dedim. Hemen gönderdim, ondan daha yanıt gelmeden de size yazıyorum. Daha önce böyle bir içerik oluşturmamıştım şiir atölyeleri için, Latife yüzünden mi, Gümüşlük Akademisi’nden mi, yazdan mı, bilemedim. Dedim bunların hepsi birbirinden güzel nedenlerdir, yaz gitsin! Yazdım gitti, benim de biraz sisim, pusum dağıldı.\n
\nÜç günlük Gümüşlük Akademisi şiir atölyesi önerim şöyledir: Birinci gün: Şiir ne değildir? Şiir niçin edebiyat değildir? Şiir yazmak şart mıdır? Şiir yazmazsak ne yazardık? Şiir bir çocukluk hastalığı mıdır? Şiir kimin içindir? ‘Şiir şiirde kalmaz’ ne demektir? Şairin hayatı şiire dahil midir? Şairler olmasa şiir daha mı iyi olurdu? Şiirden vazgeçmek de şiir sayılır mı? \n
\nİkinci gün: Şiir ne zaman, nerelerde yazılır? Hayattan dili yanan şiiri üfleyerek mi?..\n
\nBir daha yazarsan diline şiir sürerim! Şiir şiire bakarak yazılır mı? Şiirgöz: En eski görme biçimi. Biraz şiir toplayalım! Hadi şiir söyleyelim! Şimdi şiir eyleyelim! Bir şiir deneyelim! Unumuzu eleyelim! \n
\nÜçüncü gün: Şiirin saati. Şiir gençlik ister! Dün yazdığımız şiiri bugün havalandıralım! Biraz şiir teneffüs edelim! Neler almalıyım yanıma? Şiirin kökü, dalı, yaprağı, ağacı, otu, bitkisi, börtü böceği... Latife ablamdan şifalı şiir kılavuzu. Çok gerçekçisiniz, biraz şiir oynamaya ne dersiniz? Ve diğer gereksiz bilgiler: İmge, metafor, üslup, teknik, uyak, lirik, epik, didaktik şiir... Şiirini de al git! \n
\nSabahtan öğleye ve akşamüstünden akşama, günde 6 saatten, 3 günde toplam 18 saat. Şiirin toprağında gevezelik edeceğiz, sonra sözlerimizi gölgeye çekeceğiz, sonunda da şiirimizi de alıp gideceğiz. Gideriz, şiir de annemiz sayılmaz mı? Öyle değil mi Latife ablam, yeşil ablam!
\n\n