Haç ile Hilal’in savaşı sona ermiş, yerini Hıristiyanlığın mezhep çatışması almıştır. Bu savaşın galibini, Roma’nın ilk Hıristiyan imparatoru ve Konstantinopolis’i başkent yaparak Hıristiyanlığa armağan eden Büyük Konstantin’in soyundan gelen bir varisin bulunması ya da tam tersi ortadan kaldırılması belirleyecektir.
Konuya ve bölgeye hâkim olmaları nedeniyle seçilen üç Türk ajan, rüyaların izinden giderek çıktıkları zaman yolculuğunda kıyasıya bir mücadelenin tam ortasında bulacaklardır kendilerini.
***
Mine G. Kırıkkanat’ın son romanı ‘Destina’nın konusu işte böyle… Bu kadarı bile nefesleri kesmeye yetiyor değil mi? ‘Henüz yaşanmamış yakın bir geleceği’ anlatan Destina için Kırıkkanat, ‘Bu romanda yazılı her şey doğru, hiçbir şey gerçek değildir’ diyor. Kafaları biraz daha karıştırıyor.
Dört dörtlük bir gazeteci olarak, başarılı bir ‘yurtdışı muhabiri’ olarak tanıdığımız Mine Kırıkkanat’ın edebiyatçılığı gazeteciliğiyle yarışıyor adeta. Haberleri, yorumları, köşe yazılarıyla birlikte, romanları, öyküleri ve denemeleri bir ‘tarz’ı bir ‘duruş’u ortaya koyuyor. ‘Cesaret’ ortak paydasında…
Gerçekle hayal gücünün başdöndüren birlikteliği, bu romanda soluk soluğa okunuyor. Konstantin, Hilmi, Nejla, Kanuni, Gökçe ve daha niceleri bu romanda bir araya gelmiş. Su gibi akıp giden bir üslupla…
“Odanın kapısı vurulduğunda, Daryal valizini kapatıyordu.
İngiliz Abdurrahman, kara saçlı güleç suratını içeri uzatıp, ‘Geldiler’ dedi. ‘Burda sizi bekliyorlar!’
‘Bana bol buzlu bir Mojito hazırla, geliyorum!’
Aşk gecesinin bereketi, ikisinin de hülyalı bakışlarından belliydi.
‘Ne yapmaya karar verdiniz?’
‘Roma kalıntısı bulunmayan bir yerde, başımızı dinleyeceğiz bir süre. Muhtemelen Tayland’a gideriz’ diye sırttı Hilmi. ‘Ya sen?’
Daryal, ‘Ben ilk iş Brüksel’e dönüp kafamdaki şu implantan kurtulacağım’ dedi. Destina’ya dönüp ekledi: ‘Artık rüyalarına girmek istemem. Ne de olsa arkadaşımın aşkısın.’
Gülüştüler.”
***
Zaman ve mekân kavramları bu romanda yeni anlamlar kazanıyor.
“...‘Bu ağaç burada Osmanlı İmparatorluğu kurulmadan önce de vardı. Bizans’ın çöküşünü, Osmanlı’nın gelişini gidişini de gördü. Adanın bölünmesine de tanıklık etti, birleşmesine de’ diye düşündü hayretle…
Demek ki, bekası için en hunhar cinayetlerin işlendiği haşmetli imparatorluklar bir zamana dayanıklılıkta, bir meşenin ömrünü aşamıyordu.
Her şey izafi dedikleri, bir ağacın insan uygarlığına karşı kazandığı zaferden başka ne olabilirdi?”
Destina’yı okuduğunuzda düşüneceksiniz.
Ve şaşıracaksınız.