Eşcinsel misin? Sen Öldün!

29 Ocak 2013 Salı

Bu ülkede eşcinsellik zor iştir. Eğer ünlü bir yazar, ünlü bir modacı ya da aileden zengin biri değilseniz, hayat sizin için eksiyle başlar. Özellikle de yoksulsanız ve törelerin, geleneklerin eşcinselliği adeta “veba” gibi aşağıladığı bir bölgede yaşıyorsanız, yaşam bazen çekilmez olur. Yıllar önce İç Anadolu’da, Sivas bölgesinde bir köye uğramıştım. Karların yolları kapadığı köyde, bir annenin hiç durmayan ağıtı bütün köyü kuşatmıştı; “Ömer’i intihar etmişti”. Anneye başsağlığına gittiğimde, onu oğlunun fotoğrafına sarılmış, ağlarken bulmuştum. Ömer neden intihar etmişti? Anne bir an gözlerini silmiş, çevresindekilere tek tek bakmış ve şöyle demişti: “Aha bunlar neden olmuştur, Ömer’im bu yüzden kendini ipe salmıştır. Hiç durmadan alay ettiniz onunla, yürüyüşüyle alay ettiniz, ‘Kız gel buraya, kız git buradan’ diyerek onu alaylı tükürüklerinizle boğdunuz.”
Kimseden ses çıkmamıştı,
“Kız Ömer” intihar etmişti.
Ömer öyle çok aşağılanmıştı ki, intiharı asla bağışlamayan dinsel inancına rağmen kendini öldürmüştü.
Bu hikâye nereden aklıma geldi? 4 Şubat’ta Diyarbakır’da önemli bir dava var. Eşcinsel olduğu için babası ve iki amcası tarafından ağustos ayında 14 kurşunla öldürülen 17 yaşındaki
Roşin Çiçek’in davası.
Diyarbakırlı Roşin, gencecik bir çocuktu. Cinsel kimliğiyle yeni yeni tanışıyordu. Anlayamadığı, kavrayamadığı duygularla kendi başına mücadele ediyordu. Kimselere açılamıyordu, çünkü çevrede erkek bedeninden hoşlandığı duyulsa, hayatı kararırdı. Suskundu ama içgüdüleri zaman zaman onu ele veriyordu.
Aile durumunu sorgulamaya başlamıştı. Olacak şey miydi? Bir
erkek, erkek gibi davranmalıydı, korkak tavuklar gibi değil. Neydi bu Roşin’in halleri, eline bir gün bile silah almamıştı. Düğünlerde, derneklerde silah patladığında kulağını kapatıp bir kuytuluğa sığınıyordu.
O gün de babası ve amcasıyla atışmıştı. Babası sormuştu:
“Yoksa sen ib.. misin? Sen bizi rezil etmek için mi dünyaya geldin? Bizim ailede böyle biri çıkmaz, çıktı mı da yeri mezardır.”
Azarlara, aşağılanmalara dayanamayan Roşin fırlayıp evden çıkmıştı. O çıktıktan sonra babası ve amcaları, iddialara göre kararlarını vermişlerdi. Ve bir gün sonra Roşin’in ölüsü bir yolda atılmış olarak bulundu; 14 yerinden kurşunlanmıştı.
Davaya bakan Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesi, belki de bir ilke imza atarak, sanıklar hakkında ağırlaştırılmış müebbet istiyor. Neden bir ilk? Çünkü bu tür davalarda hâkimlerin
“iyi hal” ve “töre ve gelenekler” gibi hafifletici sebepleri sıklıkla ele aldıklarına ve ceza yasasında mevcut cezaların sanıklar lehine düşürüldüğüne tanık oluyoruz.
Oysa töre ve gelenekler, ülkemizde bu tür nefret cinayetlerinin çoğalmasının ana nedeni. Böylesi durumlarda sanıklar
“Ailenin namusunu korudum” cümlesine pek sık başvururlar. Ve bu gerçekten etkili olur.
Çünkü bu ülkede hemen herkes
“aile namusuyla” fazlasıyla ilgilidir. Aileyi kutsallaştıran bu tür geleneksel kodlar, pek çok kadın ve erkeğin yaşamını karartır. Ve bu en kutsal olan yaşam hakkına direkt bir tecavüzdür. Bu nedenden hepimizin, kişisel hak ve özgürlüklerin yanında olan bir yargıya fazlasıyla ihtiyacımız var. Bu arada tek tek bireyler olarak biz de çevremizdeki her türlü farklılığa saygı duymayı öğrenmeye başlamalıyız. Hayatın büyük sahnesinde, herkese yer var.

\n


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları