Dünyada yaşanan büyük değişimin başlıca kodları arasında, hızlanan dijitalleşme, enerji dönüşümü, tedarik zinciri kırılmaları ve jeopolitik gerilimler yer alıyor. Bu gelişmeler Türkiye’yi çok sert şekilde etkiliyor, etkilemeyi de sürdürecek.
Türkiye bu büyük fırtınaya hazırlanıyor mu? Elbette hayır. Büyük bir ekonomik krizin ortasındayız. Halk yoksulluk girdabında yok olmamak, şirketler de iflas iflas etmemek için mücadele ediyor.
Türkiye’de yaklaşık 800 bin işletmenin yüzde 95’i küçük ve orta boy aile işletmelerinden oluşuyor. 100 yaşını aşmış kaç şirket var derseniz bir elin parmaklarını geçmiyor. İş Bankası, Sabancı, Koç gibi Cumhuriyet dönemi şirketleri bu ipi göğüsleyen birkaç büyük grup arasında.
Son yıllarda önemli bir trend var. Türkiye’nin ekonomisini inşa eden aileler yönetim koltuklarını birer birer profesyonellere terk ediyor. İlk sinyal Koç Holding’den geldi. Vehbi Koç, 1973’te grubu geleceğe hazırlamıştı. Koç Holding’in başında bugün üst düzey yönetici (CEO) olarak Levent Çakıroğlu var.
Benzer bir örnek çok kısa süre önce Sabancı Holding’de yaşandı. Güler Sabancı, Sabancı soyadını temsilen hâlâ yönetim kurulunun başındaydı ama icra koltuğu uzun süredir profesyonel yöneticilere emanetti. 2020’lerin başında Cenk Alper CEO olarak atandı. Son adımda aile soyadını taşıyan Güler Sabancı da koltuğunu 35 yıldır grupta olan profesyonel Hayri Çulhacı’ya bıraktı.
Kökleri Cumhuriyetin ilk yıllarına dayanan Eczacıbaşı Grubu’nda da bugün CEO’luk görevi aile dışından bir yönetici olan Burak Sevilengül’de. Aile üyeleri ise kültür-sanat, toplumsal projeler ve temsil görevleriyle ön planda. İtibar devam ediyor ama sorumluluk yükü farklı ellere geçmiş durumda.
Son olarak Yıldız Holding’de de benzer bir gelişme yaşanarak Murat Ülker’den sonra Ali Ülker de CEO’luk görevini bıraktı ve yönetimi Mehmet Tütüncü’ye bıraktı.
KOR ATEŞLİ KOLTUKLAR
Bu değişimin ana nedeni öncelikle kurumsallaşma çabası. Ancak Türkiye’nin büyük aileleri tahtı gönüllü olarak bırakmıyor; korunması artık zor, tahtta olmanın maliyeti yüksek.
Bu değişimin ardında Türkiye’nin geneline egemen olan iktidar baskısı da yatıyor. Son 22 yıldır aileler artık işin vitrininde olmak istemiyor. Kurumsallaşma, sadece bir büyüme stratejisi değil, aynı zamanda bir savunma mekanizması haline geliyor.
Çünkü Türkiye’de iş insanı olmak artık sadece yatırım yapmak, istihdam yaratmak ya da vergi ödemekle tanımlanmıyor. Siyasi iktidarla “uyumlu” olmak, hatta açıkça biat etmek gerekiyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bunu çok net koymuştu yıllar önce, “Taraf olmayan bertaraf olur” diyerek.
İktidar bunu sözde de bırakmadı. Biat etmezseniz kapınıza bir gün Maliye, ertesi gün Rekabet Kurumu, ardından da siyasi söylemler dayanabiliyor.
Hatta bazı holdinglerde müfettişlere ayrılan odalar bile var.
Bu şirketlerin örgütlü olduğu TÜSİAD’ın başına gelenler ortada. 20 Mayıs’ta başkanlar Ömer Aras ile Orhan Turan’a açılan ve 5 yıl hapis istenen dava görülecek.
Yazının girişinde dünya değişiyor dedik, bizim içinde bulunduğumuz fotoğraf ise bu.
Türkiye’de artık “görünürlüğün” lüks değil, tehdit olduğu yıllar yaşanıyor! Türkiye’de sermaye artık sadece parasıyla değil sessizliğiyle ölçülüyor. Eleştiri cezalandırılıyor, tarafsızlık ise yetmiyor. Görünmez olmak, sistemin içinde kalmanın yeni şartı. Bu da Türkiye’nin demokratik ekonomisinin geleceği açısından kaygı verici bir tablo oluşturuyor.