Leyla Tavşanoğlu

Dış politika fiyaskosu

23 Şubat 2014 Pazar

Rum-Yunan ortaklığının amaçları belliyken Davutoğlu’nun New York’ta çapraz ziyaretler ve görüşme hakkında anlaşmayı önemli bir psikolojik eşiğin aşılması olarak nitelemesi fevkalade düşündürücüdür. Hele bu Türk kamuoyunun psikolojik eşiği ise durum gerçekten vahimdir.

Şimdi ne oldu da Türkiye Rum görüşmeciye Dışişleri Bakanlığı müsteşarını muhatap yapıyor? Yıllardır Türkiye’yle doğrudan görüşmek isteyen Rumlardır. Çünkü onların nazarında sorun Kıbrıs’ta “işgalci” Türkiye arasındadır.

Kıbrıs uzmanı emekli büyükelçi Tugay Uluçevik, Türkiye’nin dış ve iç politikada sarsıntılar geçirdiği bir dönemde Kıbrıs sorununun yeniden ısıtılmasını “anlamlı” buluyor. Uluçevik, Kıbrıs Rum-Yunanistan ikilisinin Türkiye’nin güçsüzlüğünden yararlanıp adada bir oldubitti yaratmayı amaçladıkları mesajını veriyor. ABD Başkanı Obama’nın da görevinin son döneminde Kıbrıs sorununun çözümüne katkıda bulunup bunu başarı hanesine yazdırmanın peşinde olduğuna dikkat çekiyor.
- Küllenmeye bırakıldığı gibi görünen Kıbrıs sorunu acaba neden şu sıralar ısıtılıp yeniden gündeme getirildi?
T.U. - Kıbrıs ile yakından ilgilenen aktörler Kıbrıs konusunda harekete geçmek için daima Türkiye’nin en zayıf, kendisini Kıbrıs konusunda en fazla taviz vermek zorunda hissedeceği dönemleri seçerler.
Türkiye 2008 veya 2009’dan bu yana iç durum itibarıyla gergin bir atmosfer içindedir. Tansiyon son bir yıla yakın zamandır daha da artmış durumdadır. Ülkemizin son 12 yıllık siyasi hayatının en fazla toz dumanla kaplanmış yılında, siyasi parti liderlerinin giderek sertleşen bir üslûpla yürüttükleri ve bir genel seçim havası verdikleri mahalli seçimler kampanyası ortamında; Cumhurbaşkanlığı seçimine 5 - 6 ay kala ve ondan sonra da gelecek olan genel seçim yılında; Türkiye’de herkesin dikkatinin seçimlerde olduğu ve “devlet içinde devletten, paralel devletten, paralel yapıdan” bahsedildiği; bu yapılara karşı kurtuluş savaşı ilan edilmiş olduğunun sık sık beyan edildiği bir zamanda Kıbrıs sorununun alelacele bir çözüme kavuşturulmasına çalışılmaktadır.
Türkiye dış politikasının uygulanmasında “Ey dünya sessiz mi kalacağız?”; “Ey Avrupa soruyorum sana!”; “Ey Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi sen ne işe yararsın, sen ne için kuruldun, ne yaparsın?”; “Ey Güvenlik Konseyi şu an barışın güvencesi değilsin”; “Bu Avrupa Parlamentosu kör müdür?” gibi sözlerle mesaj gönderme usulü yaratılmış bulunmaktadır. Bu Türkiye’nin “yalnızlığa” düştüğünün en büyük göstergelerinden biridir. “Yolsuzluk” ve “rüşvet” skandalının “uluslararası güçler” ve onların “yerel işbirlikçilerinin” oyunu olduğu yolundaki çıkışlar ve ABD büyükelçisini uyarmak için “istenmeyen adam” ilan edilebileceğinin alenen ima edilmesi, “Türkiye’nin AB’ye değil, AB’nin Türkiye’ye ihtiyacı var. Gerekirse o ülkelere ‘Oğlum bak git’ demesini çok iyi biliriz” gibi söylemler, dışarıdan bakanlarda Türkiye’nin dış ilişkilerinde sorunlu bir devlet haline geldiği kanaatini uyandırır. Dışarıda büyükelçi olarak görev yaptığımız yıllarda böyle durumlara şahit olmuş olsaydık Ankara’ya o ülke hakkında olumsuz değerlendirmeler gönderirdik.
- Erdoğan’ın BM Güvenlik Konseyi’ne aşağılayıcı sözler söyledikten sonra yine Kıbrıs görüşmelerinin Güvenlik Konseyi şemsiyesi altında başlamasına ne diyorsunuz?
T.U. - 2002’nin sonunda Kıbrıs sorununun çözümü için “Türkiye’nin uluslararası toplumla birlikte hareket etmesi gerektiğinden” dem vurulduğu gibi, şimdi de yine sadece Kıbrıs konusunda uluslararası toplumla birlikte hareket edebiliyor duruma düşmüş bulunuyoruz. Hem de “Sana güvenmiyoruz, sen ne iş yaparsın ey Güvenlik Konseyi” dediğimiz Güvenlik Konseyi’nin bünyesinde ve kararları çerçevesinde çözüm elde etmek için. Diğer taraftan, önümüzdeki sonbaharda Güvenlik Konseyi’ne 2015 - 2016 dönemi için yapılacak seçimde daimi olmayan üye olarak aday olduğumuz halde Güvenlik Konseyi’ne cepheden saldırıyoruz.
Hatırlatmak isterim ki, Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun 23 Eylül 2013 tarihinde New York’ta Yunanistan Dışişleri Bakanı’yla yaptığı görüşmede Kıbrıslı Türk ve Rum temsilcilerin çapraz görüşmeler yapmak için Ankara ve Atina’ya gitmeleri konusunda anlaşmaya varılmasından kısa bir süre sonra 5 Kasım’da AB Türkiye’nin üyelik sürecinde yeni bir fasıl açmasını kararlaştırmıştır. Demek oluyor ki, Türkiye Kıbrıs konusunda taviz verdikçe AB birer küçük adım atacaktır. 

Sokak söylemiyle diplomasi olmaz
Bu söylemler dışardan bakanlarda Türkiye’nin dış ilişkilerinde sorunlu bir devlet haline geldiği kanaatini uyandırır. Dışarıda görev yaptığımız yıllarda böyle durumlara şahit olsaydık, Ankara’ya o ülke hakkında olumsuz değerlendirmeler gönderirdik.

- Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu aylar önce Yunan mevkidaşı Evangelos Venizelos’a çapraz görüşmeler fikrini açmış, Venizelos da bunu büyük bir şevkle kabul etmişti. Ancak bugüne kadar Kıbrıs müzakerelerinde taraf olmayan Türkiye’nin bizzat Davutoğlu eliyle müzakere masasına çekilmesi Ankara’nın rezervasyonlarına ters düşmüyor mu?
T.U. - 23 Eylül 2013 günü Türkiye ve Yunanistan Dışişleri bakanlarının New York’ta Kıbrıs Türk ve Rum görüşmecilerin müzakere sürecinde çapraz olarak Ankara ve Atina’yı ziyaret etmeleri hususunda anlaşmaya varmalarıyla, Rum liderlerin ve son olarak GKRY Başkanı Nikos Anastasiadis’in Türkiye ile Kıbrıs Rum temsilciler arasında doğrudan diyalog kurulması düşünceleri, istekleri ve hatta hayalleri yerine gelmiş oldu.
Görüleceği üzere, Türkiye Rum temsilciyle görüşmeyi zevahiri kurtaracak belirli bir formül çerçevesinde kabul etmek suretiyle Anastasiadis’e peşin bir taviz vermiş bulunmaktadır.
Rum-Yunan ortaklığının amaçları belliyken Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun New York’ta “çapraz ziyaretler ve görüşme” hakkındaki anlaşmayı “önemli bir psikolojik eşiğin aşılması” olarak nitelemesi fevkalade düşündürücüdür. Hele sözü edilen “psikolojik eşik” Türk kamuoyunun “psikolojik eşiği” ise durum gerçekten vahimdir.
Kıbrıs Türk temsilci KKTC pasaportu, Kıbrıs Rum temsilci de “Kıbrıs Cumhuriyeti” pasaportu ile seyahat etmelidir. Bu konuda kamuoyu doğru biçimde bilgilendirilmelidir.
Bir de hükümetin içinde düştüğü bir çelişkiye işaret etmek istiyorum. Başbakan Erdoğan 12 Şubat 2012 tarihinde Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu’nda yaptığı konuşmada şunları anlatmış: “Hristofyas bana BM’de şunu söyledi: ‘Ne zaman biz başa baş görüşeceğiz.’ Ben de kendisine dedim ki, ‘Sizinle ben başa baş görüşmem. Sizin muhatabınız Sayın Talat. Siz Talat ile görüşeceksiniz. 4’lü veya 5’li bir görüşme istiyorsan BM’nin riyasetinde bu görüşmeyi yapabilirsin. Garantör ülkeler olarak Türkiye, Yunanistan gerekirse İngiltere, taraflar olarak da Kuzey Kıbrıs ve siz.’ Ne dese beğenirsiniz, ‘Kuzey Kıbrıs hangi sıfatla katılacak?’ Onu deyince kendisine şunu söyledim, ‘Şu ana kadar 41 görüşme yaptınız. 41 görüşmede Sayın Talat hangi sıfatla bu görüşmeyi yaptıysa bundan sonra da o sıfatla yapacak’ dedim, öyle kaldı. Ama aynı şeyi Papadopulos da söylemişti. Çünkü hepsi aynı değirmenden çıktıkları için mamul olarak fark etmiyor.”
Evet, o gün Başbakan Hristofyas’a bir ders vermiş ve Rum görüşmecinin muhatabının Kıbrıslı Türk olduğunu hatırlatmış. Elbette doğrusunu yapmış. Şimdi ne oldu da Türkiye Rum görüşmeciye Ankara’da Türkiye Dışişleri Bakanlığı’nın Müsteşarı’nı muhatap yapıyor? Cevaben denilebilir ki “ama Kıbrıs Türk temsilci de Atina’da aynı gün ve saatte Yunanistan Dışişleri Bakanlığı müsteşarıyla görüşecek.” Bunun hiçbir anlamı yok. Yıllardır Türkiye ile doğrudan doğruya görüşmek isteyen Rumlardır. Çünkü, onların nazarında sorun doğrudan Kıbrıs ile “işgalci” Türkiye arasındadır.

Kıbrıs sorunu ne müzakereler gördü
- ABD’de Obama yönetiminin görev süresi bitmeden Kıbrıs sorununun çözümü başarısına imza atmak istediği haberlerine ne diyorsunuz?
T.U. - Uluslararası sıcak konularda fazla başarı sağlayamayan büyük devletlerin liderlerinin zaman zaman Kıbrıs konusunu basit zannedip “şu işi çözüverelim” dedikleri olmuştur. Başkan Obama’nın bu niyetine veya sözlerine dair haberi bilmiyorum.
BM Genel Sekreteri Butros Ghali 1992’deki Kıbrıs müzakereleri münasebetiyle kendisiyle görüştüğüm zaman bana “Merak etmeyin, hükümetinize söyleyin, ben bu yaz bu işi çözmeden bırakmam. Kıbrıs sorunu nedir ki? Ben Dışişleri bakanıyken Sedat ile Begin arasında Camp David anlaşmasını tezgâhlamıştım” demişti. Ben sesimi çıkartmamıştım. Aynı sözleri Sayın Denktaş’a da söyleyince merhum dayanamamış “Evet sonradan Sedat’ı katlettiler” deyivermiş. Sonunda müzakereler kasıma kadar sürdü. Rum uzlaşmazlığı kırılamadı. Butros Ghali herhalde anlamıştır Kıbrıs sorununun ne çetrefilli bir konu olduğunu.

Topu diklendiğiniz ABD’ye attınız
- Öte yandan, böyle bir çözümde aktif rol oynayarak Başbakan Erdoğan’ın yeniden Washington’ın güvenini kazanmayı hedeflediği görüşlerini nasıl karşılıyorsunuz?
T.U. - Başkan Obama geçen yaz aylarından bu yana ilk defa sayın başbakanımıza telefon etmiş. Teşekkür etmiş. İyi olmuş. Türkiye’nin başta bütün komşularıyla, bütün ülkelerle iyi ilişki ve işbirliği içinde olması şarttır. Kendileriyle bir ittifak içinde olduğumuz devletlerle ise ilişkilerimize özel önem ve dikkat atfetmemiz gerekir. Haklı zeminde bir ülkeye diklendiğimiz zaman, kendisine diklendiğimiz devlet dahi bize itibar gösterir. Kısa bir süre önce ABD gibi müttefikimiz bir devletin büyükelçisi hakkında kamuoyunun önünde eleştiride bulunduktan ve bir gerginlik yaşadıktan sonra, Kıbrıs konusundaki son mutabakatı ortaya çıkarma rolünü ABD’ye havale etmemiz ne dereceye kadar tutarlı; bilmiyorum.

Böyle bir anlaşma Lozan’ı bitirir
- Olası bir çözüm Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki güvenliğini nasıl etkiler?
T.U. - Sayın Dışişleri Bakanı 11 Şubat’ta açıklanan ortak bildirinin çözüm şeklinin bütün parametrelerini ihtiva eden bir çerçeve olduğunu ifade buyurmuş.
Benim değerlendirmeme göre Ortak Açıklama’nın (Joint Declaration) içeriği, Türk tarafının tezleri ve pozisyonu açısından sakıncalarla dolu ve çeşitli açılardan da eksiktir. Büyük eksiklik “Güvenlik ve Garantiler” parametresinin zikredilmemiş olmasıdır.
Ayrıca, bu çerçevede bir anlaşma olursa, Türkiye AB’ye tam üye olmadan Kıbrıs Türk kesimi de AB’ye katılacağı için “Enosis” AB bünyesinde gerçekleşmiş olacaktır. Bu da “Lozan Dengesi’nin” tamamen yok olması sonucunu doğurup Doğu Akdeniz’in barış, güvenlik ve istikrarı bakımından son derece sakıncalı bir durum yaratacaktır.
Nihai anlaşmada Yunanistan’ın Kıbrıs’ta AB çerçevesinde sahip olduğu bütün hak ve imtiyazların aynına Türkiye’nin de sahip olacağına dair bir hüküm yer alması hayati önemdedir.  

PORTRE
Tugay ULUÇEVİK 
Yükseköğrenimini Ankara Hukuk Fakültesi’nde yaptı. 1967 yılında Dışişleri Bakanlığı’na meslek memuru olarak girdi. Kıbrıs - Yunanistan Dairesi’nin Kıbrıs bölümünde göreve başladı. Bakanlığın Merkez Teşkilatı’nda: Kıbrıs İşleri Şube Müdürü, Dışişleri Bakanı’nın (İhsan Sabri Çağlayangil) Özel Kalem Müdürü, Kıbrıs Dairesi Başkanı, Kıbrıs - Yunanistan İşleri Genel Müdür Yardımcısı, Kıbrıs - Yunanistan İşleri, Birleşmiş Milletler ve Uluslararası Siyasi Kuruluşlarla görevli Büyükelçi Müsteşar Yardımcısı oldu. Türkiye’nin Birleşik Arap Emirlikleri, Romanya, Birleşmiş Milletler Cenevre Ofisi ve Almanya nezdindeki büyükelçisi olarak görev yaptı. Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi nezdindeki hükümet ajanı görevinde bulundu. Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreter Birinci Yardımcısı olarak da çalıştı. 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Tedavi olsunlar 1 Mart 2015

Günün Köşe Yazıları