Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Varlık, Yokluk
İtalyan sinemasının altın çağını oluşturan filmlerden biridir. O kadar zaman geçti ki üstünden, ne yönetmenini, ne oyuncularını, zaten ne de öykünün tümünü anımsıyorum. Ama bir sahnesi vardır ki, sanki ateşten bir demirle kazınmıştır seçici belleğime, unutamam.
Dağılmış aile, ya bir düğün, ya bir cenaze gerekçesiyle Roma’daki akraba evinde buluşmuştur. Dede, uzun zamandır görmediği torunlarıyla oynarken en küçük torununa şaka yapmaya kalkar. Ortada duran çocuğu, sanki görmüyor da arıyordur. Salonu “Guido nerede, Guido’yu gören var mı?” diye dolaşırken, paçasını çekiştirip “Buradayım dede, buradayım!” diyen Guido’yu duymazdan, görmezden gelmektedir. Dedenin sorguladığı aile bireyleri de oyuna katılır ve onlar da çocuğu görmezden gelirler, “Bilmiyoruz nerede?” diye cevap verirler.
Dört beş yaşlarındaki küçük oğlan, salondakilere var olduğunu kanıtlamak için “Buradayım!” diye haykırmakta, amcalarının, teyzelerinin elini kolunu çekiştirmektedir, ama nafile. Onu görmüyor, duymuyormuş gibi yapmaktadır herkes.
Bir an gelir, yok ve görünmez olduğunu sanır, Guido. Ve minicik gövdesinden çıkan korkunç bir umutsuzlukla, çığlık çığlığa ağlamaya başlar. Öyle bir ağlamadır ki bu, ne dedesinin kucağına alıp öpüp koklaması, ne diğerlerinin “oyundu, oyundu” diye başına üşüşmesi işe yaramaz. Bir çığlıktır Guido, bir hıçkırıktır artık. Ve yaşadığı o kısacık görünmezlik, o yokluk anı, belleğinde ömrü boyunca silinmeyecek bir yara izi bırakmıştır.
İster çocuk olsun, ister yetişkin, insanları en gücendiren davranış, onları küçümsemek; en derinden yaralayan duygu, “yok sayılmak”tır, sevgili okurlarım.
Taksim Gezi Parkı’nda başlayıp tüm Türkiye’ye yayılan protestolar da tam on yıldır “yok sayılan” bir halkın, varlığını göstermeye kalktığında da itilip kakılan, coplanıp gazlanan ve en masum talepleri bile hapis cezasıyla karşılık gören gençliğin öncülüğündeki isyanıdır.
Gösterilerin birincil hedefi Başbakan Erdoğan’dır, çünkü kendisini ilgilendiren-ilgilendirmeyen her iş, her alan ve konuda nihai karar mercii olmakla, “tek adam” rolünü bizzat üstlenmiş, “tek sorumlu” cüppesini de bizzat giymiştir. Yakın çevresinde bile kendisine eşit koşullarda söz söyleyebilecek, gözünün üstünde kaşın var diyecek adam bırakmayan Erdoğan; bu toplumun yarısını, hatta yarısından fazlasını, dayattığı yasaklı yaşam biçimini reddettikleri için insan yerine koymayan, görmezden gelen, görmek zorunda kaldığında hakir gören ve yok sayandır.
Göstericilerin Türkiye’nin en iyi yetişmiş gençliği, en düzgün Türkçe konuşan, en uygar, en terbiyeli insanları olduğunu dünya medyası görür ve altını çizerek duyururken, Başbakan Erdoğan’ın aynı halkı “Çapulcu” diye tanımlaması nasıl açıklanabilir?
Bizler, ne aptalız, ne de cahil. Başbakan Erdoğan’ın, Taksim Gezi Parkı’nın yıkılıp yerine yapılmasını emreylediği uğursuz kışlanın, 31 Mart Vakası’nda (13 Nisan 1909) şeriat istemiyle ayaklanıp sokaklarda adam kesen yobaz askerler kışlasının anıtı olacağını, biliriz!
Günümüzdeki Abdülhamit bendelerinin de aydın kasabı bu gericilerin isyanını bastırmak için İstanbul’a yürüyen Hareket Ordusu’nu, “Hareket Ordusu denilen çoğu Rum, Ermeni ve Yahudi çapulcusu on beş bin kişilik bir kuvvet..” diye andıklarını, dolayısıyla çapulcu göndermesinin de nereden çıkıp nereye vardığını gayet iyi biliriz!
Başbakan Erdoğan, demokrasiyi iktidara oy veren çoğunluğun, oy vermeyen azınlığa diktası sanıyor. Bu tehlikeli bir yanılgıdır. Hele aynı Başbakan, yaşadığı çevre ve özgürlüklerine sahip çıkmak için en demokratik haklarını kullanarak gösteri yapan halka karşı varsaydığı “Yüzde elliyi zor tutuyorum” diyorsa, bu despotluğu bile aşan bir hışmın cüretidir.
Ama artık korkutamıyor, korkmuyoruz. Çok uzun süredir sinen bu halk, gençlerinden cesareti ve ne kadar çok, ne kadar var olduğunu öğrendi. Bundan böyle ne hakkını yedirir, ne de ona rağmen sultan olunur bu ülkede.
G NOKTASI
Kötü Hırsızlar
Her şeyi aldığını zanneden
kötü hırsızlar gibisiniz
dağlarımızı nehirlerimizi
kirlettiniz
betonla kapladınız şehirlerimizi
daha yeni yeşillenmiş evlatlarımızı kırıyorsunuz
acımasız
darmadağın ettiniz evimizi
ama kafanız basmamış
en değerlileri bırakmışsınız
Nâzım Hikmet Orhan Kemal Yaşar Kemal niceleri
bir de gider ayak
en büyüğümüzü en büyük hazinemizi
görememişsiniz
yani en büyük Kemal’imizi
unutmuşsunuz duvarda gülerek bakıyor cümlenize
anlayacağınız
bizden hiçbir şey çalamadınız.
A. KADRİ ERGİN
“Küçük dağları ben yarattım sarhoşları, büyük dağa toslayınca ayılırlar.”
ANONİM BİLGE
\n
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Asgari ücret artarsa verimlilik artar
- Yankı Bağcıoğlu'ndan Suriye uyarısı:
- CHP'li Günaydın'dan Bakan Tekin'e tepki!
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
En Çok Okunan Haberler
- Colani'den İsrail hakkında ilk açıklama
- Emekliye iyi haber yok!
- Eski futbolcu yeni cumhurbaşkanı oldu
- Fidan'dan 'Suriye Kürtleri' ve 'İsrail' açıklaması
- MHP'den 'asgari ücret' önerisi
- Adnan Kale'nin ölümüne ilişkin peş peşe açıklamalar!
- İngiliz gazetesinden Esad iddiası
- Devrim Muhafızları'ndan Suriye çıkışı
- 'Kayyuma değil, halka bütçe'
- Arda Güler'in 2 asisti Madrid'e yetmedi