Bundan yıllar yıllar önce... Bir sahil kasabasında, bir tahta masada...
Henüz kim olduğunu hiç bilmediğimiz bir adamla, tesadüfen bir araya gelmiş ve uzun uzun basın özgürlüğü üzerine konuşmuştuk.
O masaya oturmamıza vesile olan ortak arkadaşımız kulağımıza onun bir yayınevi sahibi olduğunu ve iktidar yanlısı gazetelerden birinde köşe yazdığını fısıldamıştı, o kadar.
O zaman henüz başbakan olan Cumhurbaşkanı’nın sağ koluymuş gibi konuşuyordu.
Sanki onun bir nevi gayri resmi danışmanıydı.
Sanki biraz palavra sıkıyordu.
Anlattıklarına bakılırsa Başbakan’ı çok yakından tanıyordu ve attığı her adımın arkasında duruyordu.
Başbakan’ı tanısak biz de çok severdik, öyle diyordu.
O aslında şahane, adil ve vicdanlı bir insandı. Şefkat doluydu. Adeta bir kanatsız melekti.
Öyle sanıldığı gibi kolay kolay kimseye kızmazdı.
Ama işten attırdığı gazeteciler artık sabrını çok taşırmışlardı.
Düpedüz hakaret ediyorlardı ona.
Bu kadarı fazlaydı. Kim olsa ipini çekerdi onların. Onlara karşı tabii ki acımasız olacaktı. Onlar artık ağızlarıyla kuş tutsalar hiçbir yerde iş bulamayacaklardı. Çünkü sınırı aşmış, piyasadan silinmeyi hak etmişlerdi.
Başbakan aslında farklı fikirlere saygılı, hoşgörülü, müşfik bir liderdi.
Ama o isimler terbiyesizdiler. Terbiyesizliğin cezası ağır olacaktı.
Başbakan hiçbir terbiyesizi bu âlemde yaşatmayacaktı.
Onu şaşkınlıkla dinlemiştik.
Sonra Budistlere yaraşır bir sabır ve sükûnetle basın özgürlüğünden, bir politikacının gazetecileri işten attırma iddiasının ne kadar ayıp olduğundan falan bahsetmiştik.
Böyle bir hak olamayacağını, bir politik liderin padişah gibi “Alın kellesini” demesiyle gazetecinin işten atılmasının yol açacağı felaketleri anlatmaya çalışmıştık.
Faşizm demiştik, diktatörlük demiştik, hak demiştik, hukuk, özgürlük demiştik.
Kimle konuştuğumuzu hiç bilememiştik.
Onun üzerinde bir gömlek pantolon, bizim üzerimizde mayolar vardı.
Onun kısacık saçları pırıl pırıldı, bizim uzun saçlarımızdan sular damlıyordu.
Onun gözlüklerinin camları ışıldıyordu; bizim gözümüze ha bire kum kaçıyordu.
Son çare, “Mizaha bile tahammülü yok bu adamın” demiştik.
“Karikatüristlere bile dava açıyor. Kedi gibi çizildi diye, hakarete uğradığını sanıyor.”
“Öyle mi, ondan haberim yok, dönünce bakarım, gerekirse Başbakan’la konuşurum” demişti.
Sonra çay içmiştik birlikte.
Güneş batmıştı.
Biz evimize gitmiştik.
Birbirimize, “Ne acayip bir adamdı; deli herhalde” demiştik. Geçenlerde fark ettim; meğer o adam Cem Küçük’müş.
Deli olan da o değil bizmişiz.
Yıllar önce bir sahil kasabasında tahta bir masada iktidara kafa tutan gazetecilerin neden yaşama şansı olmadığını büyük bir inat ve inançla karşısında kim olduklarını bilmediği, saçlarından su damlayan mayolu iki insana tane tane anlatan
o adam, artık iktidar sözcüsü olarak aynı şeyi resmen televizyonlarda milyonlara anlatıyor.
Biz hâlâ o tahta masadayız.
Önümüzde çay bardakları.
Uzun saçlarımızdan sular süzülüyor; gözümüze mütemadiyen kum kaçıyor.
Güneş battıkça batıyor.
Filler kucaklaşıyor. Filler kucaklaşıyor.
Filler kucaklaşıyor. Aslında her zaman vaktimiz var durup ince şeyleri anlamaya (*).
* “Vaktimiz yok durup ince şeyleri anlamaya”.
“İnce şeyleri” anlatma ustası Gülten Akın’ın muhteşem dizelerine saygıyla...
Bir Cem Küçük anısı... ‘Plajda bize de anlatmıştı'
Yazarın Son Yazıları
Yanık saraylar
Patron çıldırdı
‘O kadar istiyorsan eve bir mülteci al besle’
Vatandaşın evi
Mültecinin evi
Atinalı Sokrates’ten Boğaziçili direnişçilere
Sizin hiç silahınız çalındı mı?
Uçağın kadar konuş!
Merve’nin kaderi ve bizim kaderimiz
‘Ben Aziz Nesin...’
Çocuk tacizinin önlenemeyen devamlılığı
Her şey ‘gerçekten’ çok güzel olsun diye...
O çocuklar sizi hiç sevmeyecekler
Katil belli, refleks belli, sonuç belli
Gazeteciliğin karanlık yüzü
‘Hadi’ ama kime hadi?
Mafyayı bilmek ve mafyayı anlamak
‘Ne oldu? Öldürdün mü?’
‘O zaman şarkı söylemek lazım avaz avaz!’
Neyi bekliyorsunuz?
Kimin lehi, kimin aleyhi?
Mafyanın ve iktidarın selameti, ülkenin kıyameti
Gençliğe hitabe
Sen de vaat edilmiş, ben diyeyim işgal edilmiş
Devlet, mafya ve siyaset üçgeni değil, dairesi
Çocuklarımızın ismini neden Deniz koymuştuk biz?
Temel ihtiyaçlar listesi
Beş maymun* ve bir toplum
İnsanlığın aydınlık ve karanlık yüzü
Bugün 23 Nisan, öfke doluyor insan!
Burada yazar ne demek istemiştir?
Geçmiş olsun Ahmet Altan
‘Patates soğan, güle güle Erdoğan’
‘Darbe’nin kelime anlamı ve bizim için anlamı
Günün mönüsü: Emekli generaller
Geniş kalçalı ve çok memeli kadın tanrılar
Kokain cesareti
İktidarın yüzüncü yıl fantezisi belli, peki ya sizinki?
Siyasi başarısını;
Tek parti, tek akıl, tek uçurum