Necmi Sönmez

Sanat kuşatma altında

26 Aralık 2017 Salı

Bir yılın sonuna yaklaşıyoruz. Çağdaş sanat etkinliklerine toplu bir bakış için doğru bir zaman. Her şeyden önce sanatı ülkemizdeki politik gelişmelerden uzak tutamayacağımıza göre yaşadığımız karanlık, kapkaranlık günler inançlı, yaratıcı, sorgulayan çağdaş sanatın da kuşatma altında olduğunu ortaya çıkarıyor.

Bilinen ama dile getirilemeyen gerçeklerden başlamamız gerekiyor:

1) Sansür ve oto sansürün baskısı altında kıvranan İstanbul sanat ortamı uzun bir kış uykusuna yatmış durumda.

2) Çağdaş sanat alanındaki rol dağılımında oyunun kodları, kuralları belli olsa da “gibi yapmanın” ötesine geçilemiyor. İyi resim vermeye, olağanmış gibi davranmaya çalışan sanat ortamındaki panikleme hem sanatsal üretimde hem de sanat etkinliklerinin tamamında kendini belirgin kılıyor.

3) Sanat eleştirisinin, felsefesinin değil, sanat magazininin yapıldığı ortamdaki “soysuzlaşma” kendini o kadar belirgin kılıyor ki, sıradanın sıradanı, iddiası, tezi, heyecanı olmayan etkinlik furyalarının kaldırdığı bir karış toz arasında bile pozların kesildiğini görüyoruz.

4) Herkesin her şeyi yapabiliyor olması anlam ve kavram karmaşası yaratıyor. Uzun süreden beri sanatçıların galericilik, galericilerin eleştirmenlik, küratörlük, koleksiyoncuların aracılık yapmalarından kaynaklanan tuhaflıklar artık katlanılamayacak manzaraları ortaya çıkarıyor.

Tanıklığını üslendiğimiz süreçte “çağdaş sanat nedir?” diye hep soruyorum kendime. 12 Eylül’ün şekillendirdiği 1980’lerde neydi, 17 Temmuz’un formlandırdığı günümüzde ne? Sanata ülkemizde baş tacı edilen neo liberal düşünce sisteminde “edilgenlik” üzerine kurulu bir görev verilmişti. Ama bir sanatçı kuşağının (İlhan Koman, Cengiz Çekil, Füsun Onur, Şükrü Aysan vb.) dekoratif obje üretimini redderek düşünce odaklı çalışması 1990’larda Avrupa’da “İstanbul Mucizesi” olarak değerlendirilecek bir büyük açılımın ortaya çıkmasına olanak sağlamıştı. O zamana dek periferide bir ülke olan Türkiye’de sanat kenarda, kıyıda, taşra sessizliğindeydi. Sanat piyasasının oluşması için aktif çaba harcayanlar daima sanatçılar oldu. Paradoks ama Plastik Sanatlar Derneği’nin 1991’de 1. Sanat Fuarıyla piyasa oluşturmak için verdiği özverili çaba Pandora’nın kutusunu açtı. Mantar gibi biten müzayedeler, fuarlar sanat ortamımızın önüne geçemediği satış hırsıyla bütünleşerek önce sanatsal birikimleri sildi süpürdü, daha sonra da sanatın içeriğini yozlaştırdı. Müze soyan, sanatçıyı dolandıran, sahte eser üreten bir sanat ortamında suçlu aramak, hesap sormak amacında değilim.

Her türlü olumsuz koşula rağmen çalışmanın geriye dönmeden, taklitçilikten, eklektizmden uzak “artı değer üretiminin” önemine inanıyorum. Bu açıdan bakıldığında 2017 yılının en önemli etkinliği 15. İstanbul bienali oldu. Sanat ortamının üzerindeki ölü toprağını kaldırmayı başaran Bienalin yanı sıra Yağız Özgen-Alex Anikina (Sanatorium), Serkan Özkaya (Galerist), Erinç Seymen (Zilberman), Diana Thater (Borusan Contemporary), Seyhun Topuz (Nev), Murat Germen-Orhan Cem Çetin (Evin), Borga Kantürk (Öktem Aykut), Ahmet Sarı (Mixer) kişisel sergilerinin dikkati çeken önemi vardı. Selim Turan’ın (Sabancı), Victor Vasarely’nin (Arkas desteğiyle Tophane-i Amire, Arkas Sanat Merkezi), Füreya’nın (Kale desteğiyle Akaretler) retrospektif karakterli sergileriyse sanat tarihine geçmiş olan bu sanatçıların farklı çalışmalarını ön plana çıkarıyordu.

Koleksiyoner Ömer Özyürek’in ‘adas’ ismiyle açmış olduğu yeni sanat alanın nasıl bir gelişim çizgisi izleyeceğini merakla bekliyoruz.

Yazımın başında “inançtan” bahsetmiştim. İnanç günümüz sanat ortamında hâlâ anlaşılamayan “karşılıksızlık prensibi” üzerine kurulu olduğunu hatırlatmakta fayda var.

Nazlı Pektaş’ın Bellek/Emek ismiyle yayınladığı 11 sanat insanıyla gerçekleştirilmiş söyleşileri (Yapı Kredi Yayınları) ülkemizde her koşulda mücadeleyi elden bırakmayan kuşakların varlığını bir kez daha ortaya çıkarıyor.

Bu mücadeleyi devam ettirmekle sorumluyuz.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları