Deyim, Almanya’nın yeni Şansöylesi Friedrich Merz’e ait.
Bir haftadır Mertz’in şok...şok...şok bu sözleri konuşuluyor.
Gözden kaçırmış olanlara hatırlatalım: Geçen hafta sonu yapılan G7 Zirvesi kapanışında gazetecilerle hasbihal eden Merz’in cıvataları gevşiyor ve “İsrail hepimiz için pis işleri yapıyor” diyor, ardından hızını alamayarak “İsrail ordusunun, İsrail lider kadrosunun bunu yapacak cesarete sahip olmasına büyük saygı duyuyorum” diyerek ekliyor.
İsrail’in “pis işler” etiketinden rahatsız olması gerekmez mi?
Hayır. Bunu bilakis kompliman telakki ediyor: “Batı’nın pis işlerini yapmaktan” mutlu ve şap şup yarabbi şükür Dışişleri Bakanlığı üzerinden Merz’e “teşekkürlerini” sunuyor.
Ne desem? İğrençliğin dibi...
Pis işler “in”...
Uluslarası hukuk “out”.
Don Corleone’nin Sicilya’sına rahmet okutan bir uluslararası düzen içine savrulduk.
Merz üstelik bir de hukukçu. Ağzından çıkan lafların ne anlama geleceğini takdir edecek durumda. Ama umursamıyor.
“Dedim, diyorum. Ve el arttırıyorum. Var mı diyeceğin?” tadındaki pervasız bir küstahlık, yeni uluslararası ortamın öne çıkan diğer özelliği....
Almanya’da -koalisyon ortağı olan sosyal demokratlar-SPD- dahil olmak üzere- çok yönlü eleştirilere yol açan bu açıklamanın ardından, Merz’in tepkisi de tam böyle oldu:
“Pardon” demeyi seçmek yerine, Alman şansölyesi sözlerinin “ezici çoğunluğun desteğini aldığını” söyleyerek konuyu kestirip atmaya çalıştı ama konu kapanmadı.
ALÇAKÇA...
SPD üyeleri “Drecksarbeit/pis işler” ifadesinin, Netanyahu saldırısının “uluslararası hukuka karşı olduğunun itirafı” olduğunu belirttiler.
Almanya ve AB’nin resmi pozisyonun ayrıca “de-escalation/tırmanmayı durdurmaktan” yana olduğunu hatırlatarak başbakanın sözlerinin bu pozisyonla çeliştiğini vurguladılar.
Johannes Varwick gibi etkili siyasi bilimciler, Merz’in ifadelerini kestirmeden “utanç verici” buldular.
“Alçakça” olmasının yanısıra “çifte standartlı Batı” algısını güçlendirdiğini, dünyanın gerisi ile mevcut olan yarığı derinleştirdiğini, uluslararası hukuku yok sayan müdahalelere meşruiyet kazandırdığını ve bir “skandal” olduğunu belirttiler.
Zurnanın zırt dediği yer burası...
Almanya’nın bu tarihi dönemeçte savunma harcamalarını artırdığı ve militerleşmeye abandığı evrede bir Alman şansölyesinin “uluslararası hukuk” değerlerine tümüyle umursamaz biçimde sırt çevirmesi, yalnızca skandal değil, ürkütücü aynı zamanda.
Yazıya nitekim oturduğum saatlerde Almanya’da bir dizi kanaat önderinin “pis işler” söylemi nedeniyle Merz hakkında “Nazi terminolojisi” vurgusu üzerinden suç duyurusu yaptıklarını gördüm.
YA SEN YA BEN MANTIĞI
Uluslararası yorumcular, bulunduğumuz aşamada daha çok “uluslararası hukukun çiğnenmesi” boyutuna odaklanıyor.
Ukrayna’nın işgali, uluslararası hukukun göz göre göre ayak altına alınmasının ilk büyük dönemeciydi...
Netanyahu’nun, uluslararası topluma geçerli kanıt ve gerekçe sunmaksızın, İran’a saldırısı da 2. büyük dönemeç oldu.
2003’teki Irak savaşında dahi... ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell, yalandan da olsa, çıkıp BM nezdinde Saddam’ın “kitle imha silahları” olduğuna dair bir açıklama yapmak zorunluluğu duymuştu.
AB ülkeleri gerçi ikna olmamış, muazzam protestolar düzenlenmiş; Fransa Cumhurbaşkanı Chirac işgale karşı çıkmış, bir tek Blair kör gözüm parmağına ABD Başkanı George W. Bush’un arkasından gitmişti...
Bugün ise Batı, İsrail’in tek başına “varoluş riski” şeklinde tanımladığı bir tehdit algısı arkasında sorgusuz hizalanıyor. Konu tartışmaya dahi açılmıyor, somut gerekçelendirilmiyor. Adı zikredilmeyen BM’e getirilmiyor...
Yalnızca hukuk değil, çok taraflı kurumlar da “out” bu durumda.
Niye?
Çünkü Trump’ın buyurduğu üzere “düşmanın kayıtsız şartsız teslim olması” bekleniyor.
Artık yalnızca “güçlünün hukukun geçerli olduğu” yerde, bizi nasıl bir dünyanın beklediğini, La Stampa yazarlarından Gabriele Segre şöyle özetliyor:
“Herhangi bir uluslararası düzen referansından yoksun olan savaşlar, (‘ya sen, ya da ben!’ mantığıyla) varoluş savaşlarına dönüştü. Ne sonuç öngören zafer stratejileri olan, ne yenilgi halinde çıkış kapısı planları olan savaşlar bunlar. Bu nedenle de pazarlık ya da müzakere payları bulunmuyor. BM’in mavi berelilerine, inandırıcılık sahibi arabuluculara, korunmak istenen dengelere yer yok. Modern savaşların geçer akçe biricik sonucu, düşmanın komple imhasından geçiyor.
Hukuk yok. Caydırıcılık yok. Ve bir siyasi irade yok.
Milletler arası ilişkileri düzenleyici tek öğe güç ve güç kullanımı bundan böyle.”
Kemerlerinizi bağlayın demekten başka söze yer kalmıyor.