1990’lı yıllarda karanlık güçler tarafından katledilen Cumhuriyet aydınları, 24-31 Ocak günleri arası “Adalet ve Demokrasi Haftası”nda anılırken Türkiye’nin o karanlık dönemi bugünlere gelişimizin bir yol haritası olmuştur.
O günlerden bu günleri öngören, geleceğe dikkat çeken toplumu aydınlatmaya çalışan kanaat önderlerinin bir bölümü karanlık tarafından susturulmuşlardır.
24 Ocak 1993 günü katledilen, Türkiye’nin aydınlık savaşçısı, gazeteci, yazar Uğur Mumcu, “Bir kişiye yapılan haksızlık tüm topluma karşı işlenmiş bir suçtur” sözleri ile adalete vurgu yaparken bugünleri öngörmüştür.
“Adalet, demokrasi ve laiklik” kavramları 100 yılını geride bırakan Cumhuriyetimizin hedeflediği çağdaşlığın olmazsa olmazlarıdır ve aslında birbirleri ile iç içe olan, birbirlerini tamamlayan unsurlardır.
Bunların içerisinde laiklik, -daha da öne çıkarak günümüz ölçeğindedin/inanç, vicdan ve düşünce özgürlüğünün; Cumhuriyetin, doğal olarak demokrasi ve adaletin de temel güvencesini oluşturmaktadır.
Cumhuriyet, kuruluş sürecinde modernleşme açısından yapılan devrimlerle yol katederken akıl ve bilim rehberliğinde eğitim seferberliği başlatılmış, bunun sonucunda bir aydınlanma yaşanmıştır. Atatürk sonrası, Cumhuriyet/Aydınlanma karşıtları, karşıdevrim cephesinde birleşirken feodal yapının ağırlıklı olduğu bir topluma, “yeter söz milletindir” demagojisi ile seçim/sandık demokrasisi getirilmiştir. Aslında dönemsel olarak Soğuk Savaş başlangıcı 1940’larda (çok partili yaşama geçiş görünümünde) bağımsız dış politika anlayışından Batı’ya bağımlı bir yapıya geçişin başlangıcı olmuştur.
1990’lı yıllarda ise Soğuk Savaş bitimi ile yeniden bağımsız bir dış politika yerine, “yeni dünya düzeni” çerçevesinde (Büyük Ortadoğu Projesi’nin bir parçası olarak) farklı bir alana sürüklenilmiş, Atatürkçü, laiklik savunucusu yurtsever aydınlar art arda katledilip bir nevi “alan temizliği” yapılarak siyasal İslamcıların iktidarına kapı aralanmıştır.
Sonrasında yaşanan kumpaslarla, hukukun/yargının siyasallaşmasıyla parlamenter sistem otokratik bir sisteme evrilerek ülke, Türkİslam sentezi adı altında ırkçı/ dinci bir vesayetin yörüngesine oturtulmuştur. Bu süreçte en çok hırpalanan, ödün verilen laiklik ilkesi olmuştur.
Gelinen noktada Uğur Mumcu’nun, “Gerçekte vicdan özgürlüğü, gerçekte demokrasi laik toplumda meydana gelir. Çünkü anti-laik toplumda dince kutsal sayılan kavramlar, siyasal amaçlar için her gün sömürülür” sözündeki hâlâ kulaklarımızdadır.
Aynı karanlık güçlerce 31 Ocak 1990’da katledilen Cumhuriyet/ Atatürk devrimleri savunucusu hukuk savaşçısı Prof. Muammer Aksoy’un, “Büyük çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede, laiklik ilkesi yok edildiği, hatta sadece önemli ölçüde zedelendiği zaman, ne halk egemenliği ve demokrasi ne de insan hakları ve hukuk devleti ayakta kalabilir” sözleri, yıllar öncesinden adeta bugünlere dikkat çeken laikliğe çağrısı daha da önem kazanmaktadır.
Toplum olarak, günübirlik siyasi ayrışmalar/çekişmelerden sıyrılarak, adalete demokrasiye ve Cumhuriyetin yegâne güvencesi konumundaki laiklik ilkesine sıkı sıkıya sarılmamız, onu siyaseten savunmaktan öte çağdaşlık idealiyle yaşatmak önceliğimiz olmalıdır.