Olaylar Ve Görüşler

Ölümünün 50. Yılında İşçi Sınıfının Ölümsüz Yazarı Orhan Kemal - Okan TOYGAR

02 Haziran 2020 Salı

2 Haziran 1970’te, Sofya’da yaşama veda eden Orhan Kemal’in cenazesi 6 Haziranda İstanbul’a getirilir. Yazarın çocukları ve arkadaşları bir vedalaşma şansı dahi bulamadıkları için oldukça üzgündürler. O akşam, Mahmut Makal, Behzat Ay ve Öncü Kitabevi’nin sahibi Zeki Öztürk’ün de aralarında bulunduğu bir grup arkadaşı toplanarak Orhan Kemal’in komünizm propagandası yaptığı iddiasıyla tutuklandığı Cibali’deki köfteciye giderler. Orhan Kemal ile birlikte tutuklanmış olan lokantanın sahibi Mustafa Kutlu da oradadır. Onlara, nasıl yalan yanlış ifadelerle Sultanahmet Cezaevi’ne konulduklarını anlatır. Gece boyunca Orhan Kemal’i konuştuktan sonra ertesi gün Şişli Camii’nde buluşmak üzere ayrılırlar. (1)

Kimler yoktu ki... 7 Haziran 1970 Pazar günü binlerce insan hüzün içinde yolcu eder Orhan Kemal’i. Törene katılanlar, yakıcı güneşe aldırmaksızın, sol kolları havada ve her yüz metrede bir saygı duruşunda bulunarak Mecidiyeköy’den Zincirlikuyu’ya kadar yürürler. Kortejin geçtiği yol boyunca İstanbullular evlerinin balkon ve pencerelerinden saygı duruşuna eşlik ederler. (2)

Yaşamını halkının mutluluğu için yazmakla geçirmiş bir yazar son yolculuğuna uğurlanmakta ve ekmek kavgasını anlattığı yoksul emekçiler onun ardından ağlamaktadırlar. Belki de onlarca Sarı Memet, Çocuk Sami, Cemile, Kürt Zeynel, İzzet Usta vardı aralarında. Tabutuna omuz vermişti belki de Kardeş Payı’ndaki Siverekli, Arkadaş Islıkları’ndaki İlyas ve Bereketli Topraklar’ın Pehlivan Alisi.

Orhan Kemal, alın teriyle geçimini sağlayan bu işçilerin dertlerini dert edinmiş, maruz kaldıkları haksızlıkları yazmış, yazmakla kalmamış, sermaye sahipleri ve toprak ağaları karşısında işçi sınıfının bir bütün halinde mücadele etmesi gerektiğini de söylemişti. Kapitalizm karşısındaki tek seçeneğin sömürünün olmadığı, eşitlikçi bir düzen olduğunu vurgulayan eserleri, sadece yazıldıkları dönem için değil, günümüz için de bir rehber niteliğindedir.

Dokuma fabrikasındaki işçilerin mücadelesinin anlatıldığı “Grev” isimli öyküsü bunlardan sadece bir tanesidir. Öyküde, günde on iki saat çalışmaya zorlanan işçiler, iş kanunu hükümlerinin yerine getirilmesini isterler ve sekiz saatlik işgünü için direnişe geçerler. Arkadaşlarını bilinçlendiren Sarı Memet’tir. Fabrikanın sahibi ve onun oğlu (küçük ağa) bu durumdan memnun değildir.

Küçük ağa, Sarı Memet’e Ben senin büyüğünüm, ekmek veriyorum sana” dediğinde haklarını ve gücünü bilen Sarı Memet, Sen? Bana ekmek veriyorsun ha? Sen kimsin de bana ekmek vereceksin? Çalışıyorum ben, alnımın teriyle kazanıyorum onu... Bana ekmek veriyormuş. Ben çalışmayım da sen bana ekmek ver. Ulan siz değil ekmek, günahınızı bile vermezsiniz bedavadan!” der. Sarı Memet kanunen çalışma süresinin sekiz saate indirilmesi gerektiğini tekrarladığında küçük ağa, O sizin bileceğiniz iş değil, fabrikanın menfaatı nasıl icap ettirirse” der ve fabrika sahibinin de kışkırtmasıyla Sarı Memet ve iki arkadaşını polis, alıkoyar.

SINIF BİLİNCİNE KATKISI 

1947 yılında yazılan bu öyküdeki adaletsizliğin ve sömürünün sayısız örneklerini görürüz Orhan Kemal’in eserlerinde. Uyku”, Dert Dinleme Günü” ve Kardeş Payı” isimli diğer öyküleri ve Cemile”, Avare Yıllar” ve Arkadaş Islıkları” isimli romanları bunlardan bazılarıdır. İşçi kanunen hakkı olanı alamaz. Sahipsizdir. Hukuksuz uygulamaya tepki gösterdiğinde ise ya işinden olur ya da Sarı Memet gibi gözaltına alınır. İşçilerin, kapitalizmin bir aracı haline gelen hukuk sisteminden adaleti sağlama gibi bir beklentisi kalmamıştır.

Grev” öyküsünün yazılmasından 73 yıl sonraya, yani günümüze geldiğimizde hiçbir şeyin değişmediğini görüyoruz. İşçilerin önemli bir kısmı işten çıkarılma, ücretsiz izne zorlanma, maaş kesintisi gibi baskılarla mücadele etmeye çalışırken, bir kısmı da önlem almaksızın ofislerde, fabrikalarda, marketlerde, yollarda hastalanmak pahasına çalışmak zorunda kalıyor.

Ben işçiyim, çalışmasam ekmek yok. Beni bu virüs öldürmez, senin düzenin öldürür" dediği için gözaltına alınan TIR şoförü Malik Yılmaz’ın Grev” öyküsündeki Sarı Memet ile benzerliğini Orhan Kemal’in birçok eserinde bulabiliriz. Çünkü günlük kavgasını anlattığı yoksul emekçiler hâlâ yaşamakta ve ne yazık ki 1950’li yıllarda değindiği sınıfsal sorunlar hâlâ geçerliliğini korumaktadır.

İSTEDİĞİ GİBİ OLDU 

Orhan Kemal, Fikret Otyam’a yazdığı mektupta, “İnsan dediğin cart diye ölmeli, her şey birdenbire olmalı be Fikret... Böyle ölmek isterim... Kimseye muhtaç olmadan...” demişti. İstediği gibi de oldu. Ondan geriye namusluca yaşanmış bir hayat ve tamamı işçilerin, köylülerin, şehirli yoksulların, sömürülen emekçinin yaşam mücadelelerinin anlatıldığı 59 eser kaldı.

Ölümünden bir gün önce kaleme aldığı vasiyet niteliğindeki son yazısında, Eşe dosta selam, inandığım doğruların adamı oldum. Böyle yaşadım, karınca kararınca bu doğruların savaşını daha çok sanatımda yapmaya çalıştım. Kursağıma hakkım olmayan bir tek kuruş dahi girmemiştir...” demişti.

Orhan Kemal, gerçekten de çektiği onca sıkıntıya rağmen hiç boyun eğmeden, eğilip bükülmeden, kahramanca yaşayıp göçtü bu dünyadan. Aslında göçüp giden Orhan Kemal değil, Mehmet Raşit Öğütçü idi. Orhan Kemal eserleriyle halkın yüreğinde ve bilincinde yüzyıllar boyunca yaşamaya devam edecek.

OKAN TOYGAR

(1)  Behzat Ay. Orhan da geçti bu dünyadan. Yelken düşün-sanat dergisi, Temmuz-Ağustos 1970

(2)  Cumhuriyet gazetesi, 8 Haziran 1970.




Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları