Örsan K. Öymen

Avrasyacılık

01 Şubat 2021 Pazartesi

Türkiye’deki “Batı düşmanlığı”, sadece AKP gibi İslamcı siyaseti ve MHP gibi şovenist etnik siyaseti temsil eden partiler tarafından değil, kendisini “solda” konumlandıran bazı kesimler tarafından da benimsenmiştir. Söz konusu kesimler, Türkiye’nin Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği ile ilişkilerine değil, Rusya ve Çin ile ilişkilerine öncelik vermesi gerektiğini savunmakta ve bu yaklaşıma Avrasyacılık adını vermektedir.

Bunun antiemperyalizm, sosyalizm, toplumculuk, kamuculuk ile gerekçelendirilmesi oldukça gariptir. Çünkü Rusya’da Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ve Doğu Avrupa’da Varşova Paktı yıkılmıştır; Çin’de de Komünist Parti iktidarı devam etmekle birlikte, komünizmden büyük tavizler verilmiştir. Günümüzde Rusya da Çin de küresel kapitalist paradigmanın bir parçasıdır.

SSCB ve Varşova Paktı yıkılmamış olsaydı, Çin de komünizm çizgisini sürdürebilseydi, Avrasyacı yaklaşım ideolojik bir anlam ve değer kazanabilirdi. Ancak günümüzde Avrasyacılığı solculuk ile gerekçelendirmenin bir olanağı kalmamıştır.

***

ABD ve AB, kapitalizm ve emperyalizm bağlamında, kendi içinde bazı eksikleri ve yanlışları barındırmaktadır. Ancak bu durum, Rusya’nın ve Çin’in, ABD’den ve AB’den daha gelişmiş oldukları anlamına gelmez.

Ayrıca AB ve ABD arasında da çok ciddi yapısal farklar bulunmaktadır. AB ülkeleri, ekonomik ve sosyal adalet konusunda da siyasal çoğulculuk ve demokrasi açısından da ABD’nin ilerisindedir. AB ideal bir düzene sahip olmasa da dünyada Almanya, Fransa, İsveç, Norveç, Finlandiya, Danimarka, Hollanda, Belçika, İspanya, İtalya gibi AB ülkelerinin gelişmişlik seviyesinden daha ileride olan başka bir ülke yoktur; AB ülkelerinin seviyesine ulaşan ülke sayısı da oldukça sınırlıdır. Britanya, Kanada, Japonya, Yeni Zelanda ve Avustralya gibi birkaç ülke bunların arasında sayılabilir.

Rusya ve Çin, ekonomik ve sosyal adalet konusunda da demokratik siyasal gelişmişlik açısından da sınıfta kalmış ülkeler arasında yer alırlar. Rusya’da ve Çin’de devlet zengindir, ancak halk fakirdir. Devletin küresel çaptaki başarılarının halka orantılı bir yansıması yoktur. Çünkü Rusya’da ve Çin’de oligarşik güçlerin egemenliği söz konusudur. Rusya ve Çin kendi zenginlerini yaratırken, geniş halk kitleleri yoksulluk içinde mücadele vermektedir.

Düşünce, ifade, yayın, medya ve örgütlenme özgürlüğü açısından da Rusya ve Çin, dünyadaki en geri kalmış ülkeler arasında yer almaktadır. Rusya ve Çin, hükümeti eleştirenlerin tutuklandığı, suikasta uğradığı, sınır dışı edildiği, sürgüne gönderildiği ve hükümetlerin göstermelik seçimlerle uzun yıllar yönetimde kaldığı ülkelerdir.

Bu ülkeleri, antiemperyalizm, sosyalizm, toplumculuk, kamuculuk gibi kavramlar üzerinden yüceltmek, tutarsızlıktır.

***

Daha da garip olan, Rusya ve Çin, kendileri için Avrasyacı bir yaklaşım içinde değilken, Türkiye’de kraldan çok kralcı olanların, Avrasyacılığı savunmasıdır. Rusya da Çin de stratejik rekabete rağmen, Batı’dan kopmak, ABD ve AB ile ilişkilerini zayıflatmak değil, aksine bu ilişkileri geliştirmek için mücadele vermektedir.

ABD’nin en büyük ticaret ortağı Çin’dir. AB’nin ikinci büyük ticaret ortağı Çin, beşinci büyük ticaret ortağı Rusya’dır. Çin’in en büyük ticaret ortağı ABD’dir, ikinci büyük ticaret ortağı AB’dir. Rusya’nın ikinci büyük ticaret ortağı Almanya’dır, beşinci büyük ticaret ortağı ABD’dir.

Küresel kapitalist düzende ABD, AB, Rusya ve Çin ekonomisi böylesine iç içe geçmiş bir durumdayken, Türkiye’nin ABD’den ve AB’den koparak, Rusya’ya ve Çin’e eklemlenmesi savunulacak bir şey değildir.

Çözüm Atlantikçilik de değildir, Avrasyacılık da değildir. Türkiye, ABD’nin, AB’nin, Rusya’nın ve Çin’in uydusu olmadan, Mustafa Kemal Atatürk’ün izinde, bağımsız bir ülke olmayı başarmalıdır. Bu da tek başına strateji oyunlarıyla gerçekleşecek bir şey değildir. Bağımsızlık için öncelikle, ileri uygarlık seviyesini yakalamak gerekir.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Suriye bataklığı 16 Aralık 2024

Günün Köşe Yazıları