Örsan K. Öymen

Kürtlere kurulan tuzak

03 Haziran 2019 Pazartesi

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkes dini, mezhebi, dünya görüşü ve etnik kökeni ne olursa olsun, anayasa ve yasalar önünde eşit haklara sahiptir. Demokraside esas olan vatandaşlık bağlamında ortak bir toplumsal yaşamı sürmektir; din, mezhep ve etnik kimlik üzerinden bölünmek değildir.
Ancak bu durum, belli etnik kimliklerin baskı altında tutulup asimile edilmesine de yol açmamalıdır. Üniter yapıyı koruyarak ve PKK gibi ayrılıkçı terör örgütlerine karşı durarak, belli etnik kimliklerin asimilasyona uğraması önlenebilir. Kürt kökenli Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına yönelik yapılması gereken de budur. Ancak bu doğrultudaki söylemler ve eylemler samimi olmalıdır. Oysa Kürt kökenli vatandaşlar, uzun yıllar baskı altında tutuldukları gibi, baskı ortamından kısmen kurtulduktan sonra da, siyasiler tarafından kendi çıkarları doğrultusunda kullanılmıştır.
1990’lı yıllara kadar Kürt kimliği yok sayılmış, Kürt kökenli vatandaşların kültürlerini geliştirmeleri engellenmiştir. 1990’lı yıllardan itibaren, Sosyaldemokrat Halkçı Parti’nin ve onun lideri Erdal İnönü’nün öncülüğünde, Kürtlerin asimilasyonuna son verilmesi doğrultusunda önemli adımlar atılmıştır. Doğru Yol Partisi’nin lideri ve eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel de bu açılımlara destek vermiş, Kürt gerçekliğinin tanınması gerektiğini açık bir biçimde ilan etmiştir.
Ancak terör örgütü PKK’nin bu açılımlara rağmen terör eylemlerini sürdürmesi ve emperyalizmin Türkiye’deki tetikçisi işlevini görmesi, ayrıca HEP, DEP, HADEP, HDP gibi siyasi partilerin içindeki bazı odakların terör örgütü PKK’ye karşı tavır alamaması, Kürt kökenli vatandaşların hakları konusunda bazı adımların atılmasını ve siyasi mücadele verilmesini zorlaştırmıştır.
Buna rağmen Kürt kökenli vatandaşlar, dil, yayın, eğitim alanında belli hakları elde etmişlerdir, ancak bu süreçten sonra siyasi partiler, Kürt kökenli vatandaşları kendi çıkarları doğrultusunda kullanmışlardır. Örneğin, AKP ve onun lideri Recep Tayyip Erdoğan, kendi iktidarını korumak için “Kürt açılımı” adı altında bir süreç yürütmüş, ancak bu sürecin kendi iktidarını korumaya yaramadığını anladığında yüz seksen derece dönüş yaparak, Kürt düşmanlığını ve şovenist ırkçı bir anlayışı siyaset haline getirmiş olan Milliyetçi Hareket Partisi’nin güdümüne girmiştir.
31 Mart belediye seçimlerinde AKP’nin İstanbul’u kaybetmesi ve Erdoğan’ın bu seçimi hukuka ve yasalara aykırı bir biçimde iptal ettirerek CHP’nin adayı Ekrem İmamoğlu’nun mazbatasını gasp etmesi sonrasında, Erdoğan ve AKP, 23 Haziran’da yenilenecek seçimde İstanbul’daki Kürt kökenli seçmenleri yanına çekmek için düğmeye basmıştır.
Kendi iktidarı dışında hiçbir şeyi umursamayan Erdoğan, yeni bir operasyonu devreye sokmuştur. Bunun ilk aşaması, Öcalan’ın yıllar sonra ilk defa avukatlarıyla görüştürülmesi olmuştur. Bazı duyumlara göre AKP, HDP tabanının İstanbul seçimlerini boykot etmesi çağrısı yapması konusunda Öcalan’ı ikna etmeye çalışmaktadır ve bu konuda Öcalan’ın hapishane koşullarının düzeltilmesiyle bağlantılı bazı pazarlıklar yürütmektedir.
HDP’nin eski lideri Selahattin Demirtaş’ı ve birçok HDP milletvekilini hapishaneye gönderen, HDP’li seçilmiş belediye başkanlarını görevden alıp yerine kayyım atayan, terör örgütü PKK’ye karşı operasyon yaparken yüzlerce sivil Kürt kökenli vatandaşın yaşamını yitirmesine ve yaralanmasına neden olan AKP-MHP ortaklığı, şu anda Kürt kökenli vatandaşları bir kez daha kandırmak için seferberlik başlatmış durumdadır. İstanbul’a “mitili atacağını” söyleyip sonra İstanbul’da ortadan kaybolan MHP lideri Devlet Bahçeli de bu kurnaz kumpasın baş aktörlerinden birisi haline gelmiştir.
Ancak, AKP’li ve MHP’li kurnaz uyanıkların, İstanbul’daki ticari çıkar ve rant uğruna, Kürt kökenli vatandaşları aldatmaları ve kandırmaları olanaklı olmayacaktır. 23 Haziran’da, Kürtler, kurtların tuzağına düşmeyecektir.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları