Türkiye... Eğer yeni bir hikâye yazılacaksa... (2)

22 Ekim 2021 Cuma

Sanki bir laboratuvarın içindeyiz ve hepimiz birer denek. Dayanıklılık testine tabi tutuluyoruz sürekli olarak. Eriyen gelirler ve alıp başını giden fiyatlar karşısında ne yapıyoruz, nasıl yaşıyoruz, ne kadar sesimiz çıkıyor, ne tepki veriyoruz? Nasıl alışıyoruz? Hukuksuzluklar, adaletsizlik içinde yaşamayı hatta çoğu zaman görmezden gelmeyi nasıl başarabiliyoruz? Tek adam rejimi ile nereye kadar? 

Sona gelindi deniliyor... Erken seçim ya da normal seçim? Ya da bir bahane yaratarak hiçbiri mi? 

Zor dönemler. Şurası kesin: Artık herkesin, her kesimin dillendirdiği... Bu ülkenin artık yeni bir yol haritasına ihtiyacı var. TÜSİAD, “Yeni bir anlayışla geleceği inşa”  raporunu tanıttı önceki gün. Tabii yandaş medyada tek satır bile yok. Bir dönemin amiral gemisi Hürriyet’in sayfalarını çeviriyorum. Tek bir satır yok. 

Çünkü zülfü yâre dokunuyor. 

Büyümeyi dümenine almış, yıllardır öyle ilerleyen Patronlar Kulübü’nün mesajı önemli. Ne diyor? “Geleceği inşa etmek için yeni bir kalkınma anlayışı gerekiyor” diyor:  

Sadece büyümek değil.. Uzun vadeli kalkınmanın çevresel, toplumsal ve kültürel boyutları en az büyüme kadar önemli. 

Kalkınmanın olmazsa olmaz üç unsurunu,

1- İnsani gelişme ve yetkinleşme 

2- Bilim, teknoloji ve inovasyon

3- Siyasal, ekonomik, toplumsal kurumlar ve kurallar. 

olarak tanımlıyor. Ve toplumun her kesimine Türkiye’nin geleceğini bu yeni anlayışla inşa etme çağrısında bulunuyor. 

232 sayfalık ayrıntılı bir rapor. Önemli bir saptaması var: Şu üç unsuru, yani insanı, bilimi ve kurumlarındaki konumumuzu OECD ortalamasına çıkarmak için gereken adımları atarsak 20 yıl içinde kişi başı milli gelirimizi dolar bazında mevcut seviyesinin üç katı olan 30 bin dolar seviyesine yükseltebiliriz. Böyle yaparak daha adil, daha çevreci, daha saygın ve daha gelişmiş bir Türkiye’yi de oluşturmuş oluruz. 

Yok böyle yapmaz da mevcut şekli ile devam edersek kişi başı milli gelir en fazla 14 bin dolar seviyesinde seyreder.     

KADININ YERİ NE OLACAK? SES NE DİYOR? 

Yani eğer yeni bir hikâye yazılacaksa yol haritamız aşağı yukarı belli. Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok. Dönelim geçen haftaki konuya: “Türkiye’nin gelecek hikâyesi yazılırken kadınlar nerede olacak?” Yine itilmiş kakılmışları mı oynayacağız? Yoksa siyasetin içinde kadınlara hak ettiği yer açılacak mı? Var mı bunu yapacak babayiğit? SES (Eşitlik ve Dayanışma Derneği) Başkanı Gülseren Onanç ve Prof. Dr. Serpil Sancar ile sohbetten notları aktarmaya devam.. 

Sancar, “Yükselen milliyetçi ve muhafazakâr sağ siyasetin karşısında durabilen yapılar demokrasileri ileriye taşıyabilirler” diyor ve ekliyor: “Bu, bir siyasi rejim sorunu ve bu sorunun çözümü kadınsız olmaz”. Ama “sadece seçim kazanmaya odaklı” yaklaşımla mümkün değil. Olmadığı görüldü. 

Eğer bir referandum yapılsaydı halkın yüzde 68’i İstanbul Sözleşmesi’nden Türkiye’nin çekilmesine “Hayır” derdi. Ama Türkiye’nin yüzde 2’lik bir kesimi dayattı ve kabul ettirdi.    

Sancar, “Sağ seçmene tamamen ters düşmeden onları nasıl yanımıza çekeriz? Bu korkuları aşmamız gerek. Bunu tehlikeli buluyorum” diyor. Onanç da “Konu kota talep etmenin ötesinde.. Nicel olarak da kadın hakları savunucularının bu süreçte yer alması lazım” diyor. 

Neler peki? Örneğin siyasi partilerin kadın kolları... Tahsisli bütçesi olmalı, normal parti karar süreçlerinde söz hakkı olmalı. Kadın aday belirleme yetkileri olmalı. 

Siyasetin kurumsal yapıları zaten kadınları ikincilleştiriyor, eşit yetki vermezsen zaten olmuyor. Feministler, kadın hakları savunucuları parti yönetiminde yalnız kalıyor ve bir süre sonra ekarte ediliyorlar. Bunun garanti altına alınması için uluslararası standartlar var. Bunlar benimsenebilir. Kadınları eşit biçimde siyasete sokmayı beceren partiler ve ülkeler var. 

Yeniden parlamenter sisteme geçilecekse yeniden yapılandırma sürecinde yetkin kadınların yer alması önemli. 

Feminist bir bakış açısı ile bir ekonomi daha adil hale getirilebilir mi? 

Kadının üzerine yıkılan sistem değil de daha eşitlikçi bir yapı oluşturulabilir mi?

Savaş karşıtı, göçmen sorununa daha insani bakıp çözüm yolları geliştirebilen, uzlaşmacı bir dış politika yürütebilecek kadınların karar mekanizmalarında görev almaları sağlanabilir mi? 

Bunlar daima birer ütopya olarak kalmak zorunda mı? Ne dersiniz?



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Biz modern insanlar... 12 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları