Öztin Akgüç

Kimin Anayasası?

24 Şubat 2013 Pazar

Yeni anayasa önerisine bu koşullar altında bir vatandaş olarak karşı çıkmaya çalışıyorum. Karşı çıkış iddialı bir sözcük, ama alınacak sonuçtan fazla ümitli değilim. Bir öneriyi, bir görüşü değerlendirirken önce şunlara bakarım: Hangi sözcüklerle sunuluyor, nereden kaynaklanıyor, destekçileri kimler, kimlere yarar sağlayacak?
“İnsani, demokratik, insan hakları, vicdani, reform” ve benzeri süslü, cilalı sözcükler bende daima kuşku uyandırır. Ardında neler gizleniyor sorgularım. Yeni anayasa hazırlıklarının da sunuluşu demokratik, sivil, otuz yıllık zincirleri koparan, vesayet rejimine son veren, çağdaş bireyi koruyucu gibi sözcükler ve hazırlayıcıları, destekçileri, yarar sağlayacak olanlar, tümü kuşku doğuruyor. Yeni anayasa hazırlığında, şüphe uyandıran her şey var. Bu kaygımı dile getirmeye çalışıyorum. Geçen anayasa değişikliği oylamasında “Yargıya el koyma amaçlanıyor, üç maddeyle yapılabilecek değişiklik, yirmiyi aşkın maddenin ardına saklanıyor, en az yirmi madde süs, dolgu garnitür nitelikli” diye vatandaşı uyarmaya çalışmıştık. Ola ola yüzde 42 hayır oyu çıktı. Yeni anayasa değişikliğinin de üç nirengi noktası var. İlki Türk, Türklük, Türkiye Cumhuriyeti; diğerleri eyalet ve başkanlık sistemine gidiş. Belki ABD tipi ama daha ilkel şekliyle bir federal yapı amaçlanıyor.

\n

***

\n

Türkiye’de düşünceyi açıklama olanakları yalnız yasal açıdan değil, çeşitli açılardan kısıtlıdır. Zaman zaman bu köşede, çoğu zaman da karşılıklı özel konuşmalarda anayasa hakkındaki kaygılarımı dile getirmeye çalışıyorum. Geniş bir çevrem yok. İzlenimlere dayanarak bir genelleme yapmam yanlış olur. Yakın çevremden anayasaya evet oyu çıkmaz. Tanıdık, arkadaş çevresinde görüşler farklı. Ulusalcısı da, milliyetçisi de, solcusu da böyle bir anayasa değişikliğine oy vermez diyenler olduğu gibi halka güvenilmez, “Hayır oyu vereceğim ama evet oyu daha fazla çıkar” diyenlerin sayısı daha çok...
Dikkat edilirse, anayasa konusu güncelleştikçe, halkoylaması yaklaştıkça medyada, TV kanallarında konuya ilişkin programlar hazırlanıyor, yayınlar artıyor. İzleyici bir programdan, açık oturumdan ne bekler? Açıklayıcı, öğretici olsun, sağlıklı öngörülerde bulunulsun, öğreticiliğinin yanı sıra geleceği görmeye de katkıda bulunsun? Görsel medyada hangi oturum, tartışma, programı, öğreticilik, açıklayıcılık ve gerçekçi öngörülerde bulunma açılarından değer taşıyor? Asıl amaç açık ya da kapalı bir şekilde belli görüşlerin propagandasını yapmak. Ona uygun kişiler çağrılıyor ve sesyayar olarak kullanılıyor. Bir program halkı aydınlatma, gerçekçi öngörülerde bulunma niteliklerini taşısa, gerçekten topluma yararlı olsa günümüz düzeninde uzun ömürlü olamaz. Bir program uzun süreli oluyor, belli kişiler çeşitli etiketler altında ön plana çıkarılıyor, lanse ediliyorsa o kişi ve programlardan kuşku duymak gerekir. Mevcut kalitedeki programları kimler izliyor? Kimler etkilenmeye çalışılıyor? Bu sorunun yanıtı da asıl amaca ışık tutar.
Görebildiğim kadarıyla konuları bilen kişiler, zaman yitirmemek için yerli TV kanallarını sürekli izlemiyorlar. Neler tartışılıyor diye zappingle geçiştiriyorlar. Geçim, iş, aş derdinde olan kör karanlıkta işe gitmek zorunda olanlar, belki bilgi düzeylerinin de yeterli olmamasından bu tür programları izlemiyorlar, izleyemiyorlar. Bir üçüncü grup var. Bilgi düzeyleri yüzeysel kültür, bilgi altyapılar yetersiz, ama bilgiç görünmek istiyorlar. İşte bu grup TV, internet vb. kanallardan kulak dolgunluğu bir şeyler kaparak gerektiğinde de başkalarına satarak bilir geçiniyorlar. Yarı bilen karabilecen vatandaş tipi biraz tehlikeli. TV programlarının, tirajı yüksek gazetelerin de hedef kitlesi zaten bu tür vatandaşlar.
Anayasa oylamasında evet oyu çıkma tehlikesi yüksektir. Ancak bu sonuç her şeyin bittiği anlamına da gelmez.
Che Guevara’nın bir tümcesini anımsayalım: “Vazgeçmediğiniz sürece yenilmezsiniz” . Che Guevara’nın yenilmediğini, Küba’ya Havana’ya indiğinizde hemen görürsünüz. Vazgeçmedikçe yenilmezsiniz.

\n


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları