Linç kültürüne geçit vermeyin!

09 Ekim 2022 Pazar

Bir festival daha sona erdi. Siz bu yazıyı okuduğunuzda 59. Antalya Altın Portakal Film Festivali sona ermiş, Altın Portakallar sahiplerine kavuşmuş olacak... Ama ben bu yazıyı yazdığım cumartesi sabahı ortada sadece tahminler dolaşıyor; “sokaktaki adam”dan, sinema eleştirmenlerine herkes ödüller kime gider diye “Oscar Toto” ya da “Portakal Toto” oynuyor... Sonuçları hep birlikte öğreneceğiz...

Festivalin başarı hanesinde, organizasyon üstünlüğü, geniş kitlelerle buluşması, (biletler 3 lira, 5 lira) tüm gösterimlerin, panellerin dolması, ilginin sosyal medya aracılığıyla kapsadığından daha geniş alanlara yayılması, usta-çırak ilişkisinin sıcaklığı, Forum ve Yeni Nesil Sinema Okulu özellikleri, film seçimlerinin, programasyon mükemmelliği gibi öğeler var. Bunları vurguladıktan ve emeği geçenleri kutladıktan sonra yüreğime yerleşen o koca “ah” ve köşeye sıkıştırılmışlık duygusunu artık paylaşabilirim. 

KİN VE NEFRET TOPLUMU 

Evet sinema toplumun aynası. Yıllardır ne çok kin ne çok nefret birikmiş içimizde...

İktidara geldiği gün “kindar ve dindar bir kuşak yetiştirmek” için çalışacağını söyleyen iktidar, adım adım bir karşıdevrim gerçekleştirirken galiba bir tek bunu başardı! Nefret dilini günden güne çoğalttı, yoğunlaştırdı; kinle besledi; intikam duygusuyla coşturdu; yasaklarla, baskıyla, tehditle, biat kültürüyle köpürttü; çatışmalardan medet umdu ve toplumu bu hale getirdi. 

Keşke bu yazının başlığına “Sinema Bir Şenliktir” falan gibi güler yüzlü bir başlık koyabilseydim. Olmadı. İzlediğim birçok filmde yasakçı, şiddet yanlısı zihniyetin baskısını üzerimde hissettim. 

İnsanlık dışı koşullarda çalıştırılan doktorlar, hasta yakınları tarafından öldürülüyorsa... Bir müzisyen “istek parçasını” bilmediği ve söylemediği için hunharca katlediliyorsa... Bir kadın radyodan bir şarkı istedi ya da boşanmaya kalktı diye kocası tarafından bıçaklanıyorsa ve her ay en az 30 kadın, aile içi şiddetle ortadan kaldırılıyorsa... Cinsel tercihleri yüzünden insanlara hayat zehir ediliyorsa... Düşüncelerinden, yazdıklarından, söylediklerinden dolayı insanlar yıllarca hapsediliyor ya da bir otelde diri diri yakılıyorsa... Ve bunların hesabı sorulmuyor, tam tersine bunları yapanlar ödüllendiriliyorsa... O zaman hepimiz, hepimiz bu suçların ortağıyız demektir.

SUÇ ORTAKLIĞI 

Yarışmaya katılan ya da yarışma dışı izlediğim filmlerde bu baskıcı, yasakçı zihniyetin suça nasıl ortak olabildiğimizi göstermesi önemliydi. Suç toplumsallaşıyordu. Buna linç kültürü de diyebilirsiniz...

Kadın olmanın insanı köşeye sıkıştırması, ataerkil düzenin yarattığı tahribat, kuşaklar arası ileri-geri çatışması sinemamız için yeni değil. Bu kez de bu temayı işleyen (“Ayna”, “Kar ve Ayı”, “Kabahat”, “Suna” hatta bunu fütürist tutumla Japon kültürüne taşıyıp dijital oyunlara vardıran “Iguana-Tokyo”) filmler elbet vardı... 

Ancak içinde debelendiğimiz linç kültürünü açık seçik ortaya koyan Emin Alper’in “Kurak Günler” ve Özcan Alper’in “Karanlık Gece” filmleriydi. Benzer temalar çevresinde, ama farklı açılardan, farklı yaklaşımlarla ele alan bu iki film de şiddetin tolumsallaşmasını, insan avını, LGBTI+ düşmanlığını ortaya seriyordu. Sinemadan çok tiyatro dili ve izleri taşıyan “L.C.V. Lütfen Cevap Verin” ise bu düşmanlıkla yüzleşmenin yanı sıra riyakârlığı irdeliyordu. 

Linç kültürünün, hadi açık söyleyelim, linç rejiminin bir parçası olmak ya da olmamak? İşte bütün mesele! Ve ister vicdan muhasebesi yapın, ister yapmayın, onun bir parçası olup olmamayı belirleyen ise seçimlerimiz! Sizin seçimleriniz! Oy vermekten tutun, kullandığımız sözcüklere, her davranışımıza uzanan seçimlerimiz... 

Antalya Film Festivali hapisteki tüm arkadaşlarımızı anarak, seneye aramızda olmalarını dileyerek sona erdi. Tekrar tekrar kucaklaştığım üç isim, hapisteki sinemacılar Çiğdem Mater, Mine Özerden ve Iran’da katledilen Mahsa Amini’ydi. 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Tiyatro dünyasından... 14 Temmuz 2024

Günün Köşe Yazıları