Zafer Arapkirli

Basın özgür değilse...

26 Temmuz 2019 Cuma

Gazetecinin kendi adını medyada, “haber olarak” görmesi-duyması pek arzu edilmez. En azından benim 40 küsur yıldır tercihim böyle olmuştur.
O yüzden, ne geçen haftalarda (arkasında bal gibi siyasi bir saik bulunan bir olayla) adliyede “sanık” sıfatı ile yargıç önüne çıkmış olmamın, ne karanlık “ajan ruhlu odakların” kalemlerinden çıkmış mahut sinsi raporda yer almış olmamın, ne de en son çalıştığım radyo kanalı ile yollarımın “yarı istifa-yarı kovulma” şeklinde ayrılmış olmasının medyada konuşulması pek hoşuma giden şeyler olmamıştır.
Bütün bunların, ülkemdeki basın özgürlüğü sorununun birer parçası olarak tartışılmasını, kimliklerimizden, kişiliklerimizden arındırılmış, bir “memleket meselesi” olarak ele alınmasını yeğlerim. O yüzden, bazı arkadaşlarımızın (eksik olmasınlar) arayarak “Abi, yeni duyduk. Meğer filanca arkadaşların radyo programına son verilmiş ama sen de atılmışsın öyle mi? Yoksa istifa mı ettin? Çok üzüldük. Geçmiş olsun..” mealindeki telefonlarına “Evet.. Teşekkür ederim..” diye kısa ve net bir yanıt veriyorum.
Kayıtlara geçsin diye de söylemiş olayım. Olayın özü aslında şudur:
Evet. Benim programımın içeriği (milyonlarca izleyicinin de naçizane beğendiğini- tercih ettiğini bildiğim), eleştirel üslup ve tarzı nedeniyle, kuruma bir baskı olduğunu uzun zamandır duyuyordum. O nedenle, son gelişmeler de “yol ayrımının” tetikleyicisi olmuştur.
Konu, naçiz şahsım ile ilgili olmanın ötesinde, ulusal ve hatta evrensel düzeyde bir “özgürlükler” meselesidir. Faşizmin tahammülsüzlüğüdür. Yöneten (daha doğrusu yönettiğini zanneden) “Yüce(!) Otorite”nin, duymak istemediği şeylerin antene çıkması-kitlelere ulaşması karşısında deliye dönmesi, onun adına hareket edenlerin, olayı ondan daha fazla “vazife edinip” elinde yangın söndürme tüpüyle koşuşturmasıdır.
Sözünü ettiğim bu “yangın söndürme” tüpünün muhtevası:
Kimi zaman bir kanun ya da KHK’dir.
Kimi zaman gazetecinin çalıştığı kurumun (bizzat gazetecinin ve tüm yurttaşların kendi vergileri anlamına gelen) kamu kaynakları kullanılarak satın aldırılması ve medya emekçisinin kovulması, işsiz bırakılmasıdır.
Kimi zaman sahte ve düzmece delillerle ve sahte tanıklıklarla mahkûm edilmesidir.
Kimi zaman, satın alınamıyorsa bile türlü çeşitli dolaylı veya doğrudan baskılarla tehdit edilen kurumlardan “atılmasının talep edilmesidir”.
Kimi zaman karanlık odaklara raporlar tanzim ettirilerek, alnının teri, onuru ve namusu ile çalışan gazetecinin, alçakça “karakter suikastına kurban edilmesi ve şeytanlaştırılması” çabasıdır.
Kimi zaman gazetecinin üzerine eli kanlı eşkıyanın gönderilerek bir kuytuda kıstırılıp kafasının kırılması, hatta geçmişte pek çok örneği yaşandığı üzere, direkt “kafasına sıkılmasıdır”.
Bütün bunların yaşandığı bir ülkede, medyanın hâlâ özgür olduğu zannı ile dolaşanlara, “Basın Özgürlüğü Ligi’nde 157’nci sırada” olduğumuzu hatırlatmak yeterlidir.
Basını özgür olmayan, yani haber almabilgilenme hakkı elinden alınmış, hukuku “hâkim otoritenin kucağında” olan, parlamentosu adeta ilga edilmiş bir ülkenin başka sorunlarını, ekonomisini, sosyal sorunlarını filan tartışmak ve çözüm aramak da abesle iştigaldir. Mesele bu kadar basittir.

Hakan Atilla hadisesi
Adeta, Ekonomi Nobel’i almış bir medarı iftiharımız gibi, devletin bir bakanı tarafından karşılandı Hakan Bey. İki tür yorum yapılıyor:
Birincisi, “Zaten suçu yoktu. Haksız yere yatıp çıktı ve o yüzden devlet kendisine sahip çıkıyor.” Bu durumda, sakin bir şekilde gelip evine ailesine katılması yerine VIP salonlarında (seçilmiş İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’na basitlik yapılarak çok görülen) ağırlanması enteresandır. Burada bir tür, “Aman.. Neme lazım. Konuşur monuşur..” saiki ile “koltuk altına kıstırılması” çabası sezilmektedir. Çünkü, suçsuz olduğunu varsaysak dahi, her halükârda çok şey bilen önemli kilit bir mevkide görev yapmış bir bürokrattır kendisi.
İkincisi de, “devletini satmamış”tır. Bu versiyon daha da sorunludur. Koskoca Türkiye Cumhuriyeti’nin bazı görevlileri eğer bir yanlış yapmışsa (mesela rüşvet-görevi kötüye kullanma, önüne yatma, altına yatma, arkasına yatma vb.) ve bu yüzden de itibarı zedelenmişse, bunları '67izlemek, “satmamak” değil, tam tersine bu “itibar zedelenmesine” yardım ve yataklık etmektir.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Mektep... 29 Aralık 2021
Yandaşlık zor zenaat 24 Aralık 2021

Günün Köşe Yazıları